il, bir milleti millet yapan unsurların başında gelir. Dünyadaki bütün medeni milletler dillerine gereken önem ve değeri verir, özen ve hassasiyeti gösterir, onu en güzel, en zengin şekilde yaşatmaya gayret ederler. Oysa, bizim o güzelim dilimiz Türkçe, çok zaman sahipsiz kalmış veya başı bozuk ve keyfi bir biçimde idare edilir olmuştur.
1980 öncesinin Dil Kurumu, Özellikle 1960’lardan sonra, Dil işini daha çok ideolojik ve politik açıdan ele almış, yapıcı olmaktan çok yıkıcı olmuştur. Üretilen, daha doğrusu uydurulan her kelime için büyük ücretler ödendiğinden, yetkili-yetkisiz pek çok kişi, gereksiz, mantıksız ve bilim bakımından yoksun kelimeler üreterek Türkçenin tatsız, tuzsuz bir çorba haline gelmesine sebep olmuştur.
Köylüsünden kentlisine, çocuğundan yaşlısına kadar herkesin bildiği “Hayat”, “Aşk”, “Sebep”, “İmkân”, “Cevap” gibi kelimeleri ve daha birçoğunu eski, anlaşılmaz bularak, bunların yerine “Yaşam”, “Sevi”, “Neden”, “Olanak”, “Yanıt” gibi uydurma kelimelerin bazı çevre ve organlarca kullanılır olması dilde bir kargaşaya sebep olmuş, türetilen bazı kelimelerin müştaklarının da olacağı düşünülmediğinden ve bazen de iki üç kelimeye tek söz bulunduğundan, dilimiz bir taraftan da fakirleşir olmuştur.
Ayrıca bazı kelimelerin yanlış kullanıldığı görülmekte ve bu hatalı tutum hala devam etmektedir. Mesela, “Savunma” kelimesinin karşılığı sözlüklere “Müdafaa” olarak belirtildiği halde, radyolarda ve televizyonda, hatta resimli ağızlarda bile “iddia etmek”, “ileri sürmek” gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Radyolarımızın ve televizyonun durumu dil açısından gramer, vurgulama ve imla bakımından yürekler acısıdır.
Spikerler, sunucular, konuşmacılar, bu konularda hata yapmakta birbiri ile yarış etmektedirler. “Sukûtu Hayal” yerine “Sûkutu Hayal” diyen bakanlar, “Kânunisani” yerine “Kanunusâni” diyen ünlü sunucular görüyoruz. Hâlâ, “Hakkâri”, “Rakip”, “Râkip”, ve “Halâs”, “Halas” olarak telaffuz edilip durulmakta, vurgulamalar da çok zaman yanlış yapışmaktadır. Yüksek tahsil görmüş kişilerin bile Türkçeyi doğru dürüst kullanamadıklarını üzüntü ve ibretle müşahede etmekteyiz.
Bir yüksek mühendisin, “mazereti var” yerine “maruzu var” dediğini işitmek insanın tüylerini ürpertiyor. Yine pek çok aydının “geri iade ettim” demekte bir mahzur görmemesini hüzünle karşılıyoruz. Oysa, öğrenimi, mesleği ne olursa olsun, her Türk’ün kendi dilini en iyi, en doğru şekilde bilmesi gerekir sanıyorum.
Güzel Türkçemize sahip çıkılmasını, halkımızın kendi dilini en iyi şekilde bilmesini, yazıp konuşmasını gönülden diliyoruz.
Erkan Geçer