Dil ve EdebiyatTürk Dili

Lisan Üzerine Hatıralar

G

eçen asrın tanınmış lisâniyat mütehassıslarından  Max Muller demiştir ki: “Türk dilini gözden geçirince anlarız ki, bu lisan âlimler heyeti marifetiyle meydana getirilmiştir. Mantık bir temel ve kemâle dayanıyor…” Onyedinci asrın şöhretli dilci ve şarkiyatçılarıdan Antoine Gattan da aynı kanaattedir ve kendi devrinde Doğuya gidecek yabancılara şu tavsiyede bulunur: “Mutlaka Türkçeyi öğreniniz ve Türklerle tercümansız konuşunuz; ancak o zaman Türk lisanının azamet ve ihtişamına doyamayacağınızı anlarsınız. “

  Bir müddet önce, benim de davetli bulunduğum Pendik Lisesi müsâmeresinde, rahmetli Hamdullah Suphi Tanrıöver kürsüde uzun ve veciz bir konuşma yapmış, Türk tarih ve edebiyatından bahsederek gençlere tarih ve edebiyatımızın lâyıkı vechile öğretilemediğini acı bir dille belirtmişti. Bu arada mâlum ve mahut “arı dili” mevzuuna da temas eden meşhur ve değerli hatib şöyle bir hâtırasını nakletti:

  “Bir seyahatteydim ve vazifeyle Avrupa’ya gidiyordum; Yanımda  tanınmış ediblerimizden biri de vardı ve beraber gayet zevkli sohbetlere dalıyorduk. Tren kompartımanımızda, yolda binmiş bir yabancı da vardı ve biz konuşurken göz ucu ile âdetâ bizi takip ediyor, tecessüs gösteriyordu. Bir müddet sonra gideceği yere inmek üzere hazırlandı.  Kalktı ve ikimize doğru dönerek Fransızca:

   “ Afedersiniz beyler, merakım o kadar fazlalaştı ki, sizi bir sualimle rahatsız edeceğim. Kusurumu hoş görünüz, konuşmanızı yol boyunca takip ettim, Anlamadığım halde zevkle dinledim. Hiç duyup işitmediğim bir lisan değildi, diliniz belli başlı doğu – batı dillerinden pek farklı… Mazur görünüz ve beni tatmin ediniz, nece konuşuyordunuz?” diye sıkılarak sordu.

  “Biz Türk’üz ve şu konuştuğumuz lisan da Türkçe’dir!” dedim. Yabancı, büyük bir saygı ile eğildi ve ciddiyetle şunları söyledi: “Aman ne saadet, sizler dünyanın en ahenkli diline sahipmişsiniz meğer, bana kuş dili ve bülbül sesi gibi geldi, inanın bayıldım. Aman bu güzel dili bırakmayınız! Hârikulâde bir dile mâliksiniz, daima övünebilirsiniz, bu büyüleyici ahenk hiçbir batı dilinde yoktur!”
 
  H. Ahmet Sehmiede, bir gün İstanbul’da bana çok sahifeli bir kitap gösterdi: Rus Kiril alfabesiyle yazılmış. Türkçe bir lûgattı; okunuşu ve telaffuzu tamamen Asya Türkçesiydi, yazılışı  Rusça! Türk dünyasını parçalamak ve kültür bolşevizmini yaymak için kızılların “beyin kirletme” usûllerinden biriydi bu!

  Uzun yıllar san’at ve ilim mahfillerinde karşılaşıp konuştuğum ve bazı felsefî neşriyatta kalem arkadaşlığı ettiğim merhum Ord. Pof. Hilmi Ziya Ülken’e bir gün Beyoğlu’nda rastladığımda, hazırladığı yeni eser için hemen:

  “İnşallah yazı dili de evvelkilerdeki gibi temiz ve güzel Türkçedir. Uydurukça ile bozulmamıştır” dedim. “Maalesef, işte bu olamıyor… Şu gördüğün hanım kız, ötedeki delikanlı bugünkü Türkçe’nin en taze mensuplarıdır. Direnmek boşunadır. Fakat ben hiçbir zaman “Örneğin” demem ve yazmam, ama “Şimal”de diyemiyorum. “ Kuzey”i tercih ediyorum…”

  Ben ise dayanamadım: “Kuzey” in Türkçe olduğunu  siz ispat edin, ben size bunun Türkçe’ye uygun  olmadığını ispat edeceğim”.. dedim ve ahenk kaidesine göre kuzey değil “Kuzay” olması gerektiğini anlattım. O zaman:

  “Tamamen haklısınız, ancak bugünkü nesiller âhenk kaidesine göre, dilbilgisi ne demektir, hiç bilmiyorlar ve bu da hamaratlar tarafından istismar ediliyor, Türkçemiz bir galatlar yığını haline geliyor..”diye itiraf etti.

  Diğer bir aziz dostum, içtimaiyatçı Ord. Prof. Fındıkoğlu Ziyaeddin Fahri merhumla Zafirlerin evinde konuşurken dil bahsinde: “Bunlar sel gibi uydurmalar, sal gibi uydurmalar bulup ekliyorlar, sal’ı  sel’e veriyorlar; tam Türk Dili’ni Katletme Kurum usûlüdür bu!” demişti.

  Bir gün de Türk Ocağında, dilcilerden müteveffa Agop Dilaçar ve Fahri Celal Göktulga ile Dr. Fethi Erden’in odasında karşılaştık. Hemen dil meselesine temas ettim, bir münakaşadır başladı. “genel” ve “süre”nin Türkçe olduğunu ispata çalışırken ne kadar sıkıntı çekiyorlardı. Acınacak hâle düşmüşlerdi. Bu durumu rahmetli dostum mütercim Kemalettin Kuşçu’ya bir gün anlattımdı. Hemen o da bana:

  “Aman, dedi, ben bir çok kelimenin Fransızca’dan alınıp Türkçe diye yutturulduğunu tespit ettim (ve bana bir liste okudu), ancak şu sizin iddia ettiğiniz uydurukça “süre”nin Fransızca’sını bir türlü çıkaramadım…” Ben de ona bu uydurmanın “La duree = müddet” den ilhamla “sürmek” fiilinden uydurulduğunu ve fakat hem müddet, hem mühlet, hem de mehil yerine kullanılma hatâsına düşüldüğünü söyledim, listesine aldı. Müddet  (la duree), mühlet (le delai), mehil (le sursis), ayrı ayrı mânâlar ve mefhumlardır;  Hepsine birden sadece “süre” nasıl denilebilir? Şaşılacak şey  doğrusu!

  Prof. Hüseyin Nail Kubalı ile bir noter dairesinde yıllarca önce karşılaştık. Yeni hazırladığı “Anayasa Hukuku” ders kitabı için bir muâmele yaptırıyordu. Dayanamadım ve “Anayasa Hukuku demek doğru mudur?” diye sordum. Dönüp yüzüme baktı ve beni süzdü, izah ettim: “Yasa, kanun demektir, hukuk değil! Cengiz yasası bir kanundur ama hukuk değildir. Anayasa = Ana kanundur. Siz fakültede esas teşkilat kanunu mu okutursunuz, yoksa hukukunu mu? “ Tabii ki dedi, hukukun ve bu hukuk içinde Türk teşkilat hukuk ve kanunu da var”

  İlave ettim: “Şu halde okuttuğunuz Anayasa Hukuku olmaz, Ana hukuk olur, değil mi?” Doğru söylersiniz ama, bunlar artık galatı meşhurlarıdır, öyle kabul edilmiştir!” Ben bu defa şöyle bir sual sordum: “Efendim Ankara’da bir Siyasal Bilgiler Fakültesi var, bunun adı doğru mudur?” Şaşırırcasına yine yüzüme baktı. Tekrar tavzih ettim: “Siyasal uydurukçadır, bu mektepte okutulan da bilgi (Connaissance) değil, ilim (Science)” dir.  “Bilgi başka , ilim başka”, “ Evet, dedi, maalesef dediğiniz doğru, siz çok uyanıksınız!”

 

İbnüttayyar Semahaddin Cem

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128