Kafkasya - KırımMakaleler

Kafkasya’da Ölüm ve Sürgün

1

567 tarihinden başlayarak, Şamil’in tesliminden sonra
1864’de sona eren 300 yılllık Rus-Kafkas savaşları belli aralıklarla büyük
kıyamlar halinde 1920’ye kadar devam etmiştir.

Özellikle Şamil’in tesliminden sonra ve 1877-1878 Osmanlı
Rus savaşları ve 1864 yıllarından sonra kısmi ya da toplu olarak Anadolu’ya ve
dünyanın çeşitli ülkelerine göç etmek zorunda kalmışlardır.

M. Venyukov, Kavfeaza’daki yazısında bu genocid uygulamasını
bakın nasıl anlatır:

“Savaş son derece amansızca cereyan ediyordu. Biz geri
dönülmesi imkânsız bir tarzda ve askerin bastığı her toprak parçasını son ferde
kadar Dağlılardan temizleyerek adım adım ilerliyorduk.

Kar erir erimez ve ağaçlar yeşermeden önce (Şubat ve Martta)
yüzlerce dağ köyleri ateşe veriliyordu. Ekinler atlara yediriliyor veya
çiğnetiliyordu. Köy nüfusu gafil avlandığı takdirde, derhal asker korumasında
en yakın Kazak köyüne götürülüyor ve oradan Karadeniz sahillerine ve daha sonra
Türkiye’ye sevkediliyordu.

Bizim yaklaşmamız sırasında boşalan kulübelerde çoğu zaman
masanın üzerinde, içinde kaşığı ile beraber henüz soğumamış lapaya, üstüne iğne
takılı tamiri yarıda kalmış elbiselere, döşemeye yayılmış bir şekilde bırakılan
çeşitli çocuk oyuncaklarına rastlanıyordu. Fakat bazen askerlerimizin şerefine
uygun çok nadir, canavarlığa kadar varan hunharca hareketler de yapılıyordu.”

Kafkasya’ya Çar naibi olarak tayin edilmiş olan Grandük
Misel, 1864 Ağustosunda bütün Garbi Kafkasya’nın geri kalan halkına şu fermanı
tebliğ etmiştir:
Bir ay
zarfında, Kafkasya terkedilmediği taktirde bütün halk, harp esiri olarak
Rusya’nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir!

Bir başka yerlerden oralara gelmiş değil binlerce ve
binlerce senelerden beri yaşadığı vatanlarında ölmeyi bile çok gören bu emir,
bedbah ve yaralı halkın üzerine bir yıldırım gibi düşmüştü. Her şeylerini
bırakarak Anadolu’ya doğru yola çıkan bu yaralı, silahsız ve şerefli kafileler
ardına Moskoflar vahşetleriyle ünlenmiş Kazakları saldırtmış bu feci manzara
karşısında bazı Slav vicdanları bile isyan etmiştir.

Vatan topraklarından zorla koparılıp sürülen bu insanlar
binbir mahrumiyetlerini fırsat bilen zalim düşmanların saldırılarına karşı
koymak isteyen yüzlerce insan, çoluk çocuk, kadın, yaşlı merhametsizce imha
edilenlerden sağ kalabilenler Karadeniz sahiline geliyorlardı. Burada da binbir
ızdırap içinde, aç ve açıkta aylarca gemi bekliyor ve nihayet bulunabilen
gelişi güzel gemilerle kısım kısım Osmanlı ülkesinin çeşitli mıntıkalarına dökülüyorlardı.
Ne hazindir ki buraya gelinceye kadar mevcutlarının dörte biri telef oluyordu.

1864-1865 yıllarında ve daha sonraki yıllarda Kabarday
halkının büyük çoğunluğu korkunç bir jenoside maruz kalarak Kafkasya’dan
Osmanlı Devleti’ne sürülmüştür.

Vaktiyle Çerkeslere uygulanmış olan bu jenosid ancak, faşist
Almanya’nın Yahudilere uyguladığı jenosid ile karşılaştırılabilir. Zorunlu göçe
maruz kalan Çerkeslerden Osmanlı’ya gelenlerin sayısı iki milyondur. Bunların
yarısı da açlıktan, soğuktan ve çeşitli hastalıklardan kırılıp dökülmüştür.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında 75.000 nüfuslu Abhazlardan
50.000’i vatanı terkedip Osmanlıya sığınmak zorunda kalmıştır. Aynı trajedi
Nogayların, Karaçayların, Abazinlerin, 30.000 kadar Çeçenin bir o kadar
Dağıstanlının ve yaklaşık 10.000 Osetin başına gelmiştir.

Kafkas etniğinden olan Ubıhlar ise yok olmuştur, kalanlar
ise yabancılara karışarak erimiştir.
Rus imparatorluğunun maksat ve hedefi “Kafkasya’sız bir Kafkasya” idi. XIX.
yüzyılın sonunda (tam denemese de) yalan ve dolan ile Kuzey-Batı Kafkasya’da
Kafkasyalı bulunmayan bir Kafkasya’yı gaddarca ve merhametsizce elde
etmişlerdir.

Binlerce, on binlerce, yüz binlerce, hatta milyonlarca insan
-sayı vermek mümkün değil- hapishanelere doldurulmuş, Sibirya’ya sürülmüştür.
Demografik kayıplar incelendiğinde bugüne kadar gelen savaşlar sebebiyle Kuzey
Kafkasya halklarını dünya yüzünden silmek istenildiği sonuca varılır.

1918-1921’deki Komünist İhtilali ve 1928-1937 yıllarındaki
kollektivizm reformları sırasında Kafkasya dağlılarından pek çok insan Gulak
Takımadalarına sürülerek, işkenceler altında helak olmuşlardır.

1944 yılında Stalin’in emri ile Volga Almanları, Kırım Tatarları,
Mesket Türkleri, Kalmuklar XX. yüzyılın en insanlık dışı zulmüne maruz kalarak
Sibirya’ya sürülmüşlerdir. Aynı tarihte Kuzey Kafkasya halklarından Çeçen-lnguşlarla,
Karaçay-Malkarlar Sibirya’ya, Orta Asya’ya sürülmüşler ve sürgün sırasında
nüfuslarının yarısı telef olmuş, geri kalanlar da Orta Asya’nın steplerine ve
Sibirya’nın buzullarına serpiştirilmişlerdir.

Asıl maksat bu halkların milli dayanışmasın engellemek idi.
Ayrıca tehcirdeki bu insanların bulundukları yerlerden ayrılmamaları cezası da
acımasızca uygulanmıştır.

Anavatandan bu tüyler ürpertici göç dehşeti hakkında bazı
yabancı yazar ve gözlemcilerin yazdıklarından bir kaç örneği buraya almayı
yararlı buluyorum:

Kırım Seferinde Osmanlı donanmasında müşavir olarak hizmet
etmiş olan İngiliz Amirali Dolfos, Kırım Harbi hakkında yazdığı eserinde,
Kafkasya’nın kurtarılmamış olduğunu esefle hatırlattıktan ve bu kurtarış
yapılsa, temin edilecek olan faydalardan bahsettikten sonra şöyle devam eder:
Bundan başka Kafkasya
kurtulsaydı, medeniyet yarım milyon Kafkasyalının üçyüz yıldır vatanlarını
müdafaa etmek için muharebe ve mücadele etmiş olmalarının cezası olarak
topraklarından kovulduklarını görmek ıstırabından; insanlık da bu zavallı
muhacirlerin hasislik ve şehvetin kurbanı olmalarına şahit olmak eleminden
kurtulmuş olurdu!

En iptidai gemilerde üst üste yığılmış bir vaziyette
Karadeniz kıyılarına dağıtılmalarına dair Trabzon Rus Konsolosluğunun bu
dağılım işlerini idare etmekte olan Rus generallerinden Katraçef’e verdiği bir
rapor şu bilgileri ihtiva ediyordu:
Türkiye’ye gitmek
üzere Balum’a 70.000 Çerkes geldi. (O gün için Çerkes ifadesi bütün Kafkas
kabilelerini ihtiva etmekleydi). Bunlardan asgari olarak günde yedi kişi
ölüyor. Trabzon’a çıkarılan 24.700 kişiden şimdiye kadar 19.000 kişi ölmüştür.
Şimdi orada bulunan 63.900 kişiden her gün 180-250 kişi ölmekledir. Samsun
civarında 110.000 kişi arasında her gün en az 200 kişi can veriyor. Trabzon,
Varna ve İstanbul’a götürülen 4650 kişiden de günde 40-60 kişinin öldüğünü
haber aldım.”

Türkiye dışında muhacirlerin binlerce ailesi de daima
tehlikelerle iç içe olan Dobrica, Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk, Suriye,
Irak, İsrail gibi ülkelere dağıtılmışlardır.

Türkiye’ye yerleşmiş olan Kafkas muhacirlerinin akibetlerini
Şimali Kafkasya” isimli
eserinde Kadircan Kaflı şöyle yazar: “Kafkas
muhacirlerinin kurdukları nice köyler ve kasabaları vardır ki, bunlar yirmi-otuz
sene sonra birer mezarlıktan ibaret kalmıştır.

Gerek Kafkasya’da kalmış, gerekse Osmanlı ve topraklarına
hicret etmiş olanların talihleri uzun ve hazin bir realitedir. Merhum İsmail
Berkok Paşa’nın dediği gibi; “Mahkûm
ve vatansız kalmış bir millet için mes’ut bir hayat ve mahsus bir varlık gayesi
beklenemez. Bu vaziyete düşen milletlerin, mukadderatın en fena ve makus
tecellileriyle karşılaşacaklarını kabul etmeleri ve buna tahammül etmeğe
hazırlanmış bulunmaları lazımdır.

Şamil’in tesliminden sonra Kafkas halklarından, bilhassa
kendileriyle büyük mücadeleye girişen Çeçenlerin ilk partide ülkeyi terk
etmeleri istenmiş, ilk grupta 5000 hane Çeçen olmak üzere devamlı olarak
akabinde bir milyon insan göç ettirilmiştir.

Cafer Barlas

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242