vet, güzel Türkçeye dönüş ve uydurukçaya paydos başlamıştır. Yani Türk milletinin akl-ı selimi galip gelmiş, mâkul ve mûtedil dilcilerin müsbet mücadelesi nihayet semere vermeye başlamıştır. Bu satırların sahibi de en azından otuz yıldır uydurukçaya karşı mücadele etmektedir; tâ talebelik hayatından beri… Bugün ortada görülen dilcilerin ve edebiyatçıların henüz adları bile duyulmamışken bu fakir, durmadan dinlenmeden güzel Türkçenin müdâfaasına girişmiş bulunuyordu. Bizler o derece ümitli ve emîn idik ki, sun’îliğe karşı muhakkak bir gün zafer kazanılacağını biliyorduk.
Bugün ailede ana-baba île çocuklar dil keşmekeşi yüzünden anlaşamayacak durumdadır. Talebe dili, tamamen basit, alelâde, âdeta argoyu hatırlatan, zevksiz ve mânâsız bir kakofoni (ses bozukluğu) içindedir. Mektep kitaplarında ve öğretmenlerin ders lisanlarında bunlara ilâveten cidden uydurukça karışığı güdük kelimeler yığını yer aldığı için çocuklarımızın kafaları büsbütün karışmakta ve zamanla zevkleri de bozulmaktadır.
Genç nesiller arasında şâir, edebiyatçı, hikayeci, romancı çıkmamasının en mühim sebebi de işte bu lisan keşmekeşidir. Kendi dilinin zenginliğinden, tarihî ve millî an’anesinden habersiz yetişen gençlikte şiir ve roman yazma hevesi olur mu?
Orta ve liselerde Türkçe ve edebiyat derslerinden kırık not alan ve ikmâle kalan çocukların çokluğu da ayrı bir facia, yürekler acısı bir hâldir. Talebe, tahrir vazifesinden ve kompozisyondan sapır sapır dökülmektedir.
Yabancı mekteplerde okuyanlarda da Türk edebiyatı maalesef zayıftır. Corneille, Schiller, Milton’u bilirler de Mehmed Akif’i, Yahya Kemâl’i, Yunus Emre’yi bilmezler. Bu yol, Türkiye’miz için herhalde bir kazanç değil, kayıptır!
Yıllarca radyoların, gazetelerin uydurukçayı öne alarak yaptıkları zevksiz neşriyat yüzünden gençlerimizin ve çocuklarımızın dili ve duyguları bozulmuştur. Bu faciaya da, bu dil katliâmına da nihayet vermek şarttır.
Türkçede yabancı kelimeler denilince akıllara garip bir şekilde hemen, asırlardır yurdumuzda kullanılan ve bizim malımız olmuş Arapça ve Farsça asıllı kelimeler geliyor da, lisanımıza sürü sürü sokulan Lâtin menşeli kelimelere ses çıkarılmıyor. Bu da ayrı bir Avrupa hastalığıdır.
Halbuki Asya’nın içinden Avrupa’nın batısına kadar yayılan çok geniş arazi üzerinde Türkler, birbirleriyle müşterek kelimeler sayesinde pekâlâ anlaşabiliyorlar da, araya Lâtin menşeli veya uydurukça kelimeler sokulunca bu anlaşma hemen kesiliveriyor ve inkıtaa uğruyor… Zaten, hudutlarımızda bulunan hasım devletlerin istediği de bu değil midir? Lisanımız işte bu türlü bir beyin yıkamasına mâruz bırakılmıştır!
Türkçemizin bâzı mânalarda eksik kaldığına misâl bulunduğunda akıl ve mantık sahipleri hakikati teslim edecektir.
Meselâ:
Râkım: Râkım kelimesinin karşılığı “yüksekliktir” ama “irtifa” da “yükseklik”‘tir.. Ancak, râkım başka, irtifa başkadır.
Sarih: Sarih için de “açık” denilir, fakat “Vazıh” ve “Bâriz” ne olacak?
İvedi: İvedinin karşılığı acele mi, âcil mi, müstacel mi? “âcil vak’a” yerine “ivedi olay” diyebilir misiniz?
Hudut: Hudut kelimesini atmağa kalktılar, lâkin yerine Rumca olan “sınır”ı koydular. Oldu mu bu ya?.. “mahdut mesuliyetli“‘ye evet, fakat “sınırlı sorıımlıı”ya hayır!
Vak’a: Vak’a başkadır, hâdise başka, vâkıa başka, vukuat başka, vakâyi başka… Hepsine birden sâdece zayıf ve çelimsiz bir kelime olan “olay” deyivermekle mesele nasıl halledilebilir?
Bilgi: Mâlumat başkadır, ilim başkadır. “Siyasal Bilgiler” ismi bu sebepten yanlış konulmuştur; doğrusunun “Siyasî İlimler” olması lâzım gelirdi…
Direnme: Sebat’ın karşılığı “direnme” değildir.. Sebat başkadır, direnme başka… Kelimelerin mânalarını değiştirmeye ve bozmaya hakkımız yoktur.
Gözlem: Rasat için “gözlem” denilmiştir; müşâhede için de aynı kelime kullanılmakta ve meselâ müşâhid yerine gözlemci, râsıd yerine de kezâ gözlemci denilmektedir. Ne kadar yanlış!
Saha: Saha ile meydan da karıştırılmış ve her ikisine birden “alan” denilmiştir ki, kifâyetsizdir. “Hava sahasında” denilmez, buna karşılık “iktisad meydanında” da denilmez.
Haksız ve yersiz müdahaleler yüzünden lisanımız yıllarca alay mevzuu haline getirilmişti. Türk dili, bütün mâzisiyle, tarih ve edebiyatiyle, felsefe ve içtimaiyatiyle, kahramanlık destanları ve fetihler külliyatiyle Asya’nın en güzel, en mükemmel lisanlarından biridir. Türkçemizi yeniden bu tarihî ve edebî yüksek seviyesine çıkarmak, bunun için de sür’atle çalışarak uydurukçayı atıp temizlemek her Türkün millî vazifesi olmalıdır.
Tarihî ve edebî lisanımızı kaybedersek her şeyimizi kaybederiz. Lisan, vatan gibidir.
Dilini kaybeden, vatanını da kaybeder. Vatanımızda birliğin en başta gelen şartı, asîl ve nezîh Türkçemize sahip çıkmak ve bu zarîf, edebî, ahlâkî, güzel Türkçeyi kullanmaktır.
Türkün güzel lisanının yüzlerce uydurma kelimeden temizlenip kurtarılmasını Millî Eğitim Bakanlığımızdan ümitle bekliyoruz.
İ. Semahaddin Cem