Oğuzlar:
İ
slâm ve hattâ cihan târihinin en büyük devletini kuran Osmanoğulları, menşe’ itibariyle Oğuz Türklerindendir.
Türk tarihi geleneğine ve Oğuzlar’dan bahseden kaynaklara göre, Oğuz Han’ın altı oğlu vardı. Bunlar orduda veya “şölen” denilen ziyafetlerde -kendilerine atfedilen ehemmiyete nazaran- Hân’ın sağında veya solunda yer alırlardı. Türkler’de sağ taraf, Moğollar’ın aksine olarak daha şerefli kabul olunmaktaydı.
Oğuz Han’ın Gün Han, Yıldız Han ve Ay Han adlarındaki üç oğlu dâima sağ tarafta yer alıyorlardı. Bunlara “Bozoklu“ denilmekteydi. “Ok” kelimesi, kadîm Türkçe’de boy(kabîle) mânâsına kullanılıyordu. Gök Han, Dağ Han ve Deniz Han adındaki diğer üç oğlu ise, sol tarafta yer alıyordu. Bunlara da “Üçoklar” veya “Üçoklu “ adı verilmekte idi.
Bu altı evlâdın her birinin idaresi altında dört boy vardı. Bunlar da kendi aralarında itibârlarına göre sıralanıyorlardı. Bu suretle Oğuzlar’ın, yirmidört boydan teşekkül ettikleri görülmektedir. Bu boyların her biri eti yenmiyen avcı bir kuşu mukaddes addetmişlerdi ki; buna “Ongun“ denilirdi.
Bir de, her boyun bir “damga“ sı vardı. Bu, uğur addedilerek davarlara, kap kaçağa vurulur ve hattâ mezar taşlarına bile hakkedilirdi. Osmanoğulları’nın neş’et ettikleri Kayı Boyu’nun Ongun’u şahin, damgası ise, iki ok ile bir yaylı oktu. Buna ilk defa İkinci Murad’ın sikkelerinde rastlanmaktadır.
Oğuzlar, siyasî bir camia veya memleket için “el” veya “il” tâbirini kullanırlardı. Bu sebeple Oğuzlar’ın siyasî topluluğuna ve ülkelerine “ Oğuzeli “, Oğuzeli’nin başındaki hükümdara ise,”Yabgu” denilirdi.
Onuncu Yüzyıldan itibaren islâmlaşmaya başlayıp Onbirinci Yüzyılda tamamen bu yeni asabiyyete intisab etmiş bulunan Oğuzlar’a bundan böyle attık “Türkmen” denilmeye başlanmıştır.
Kayıhanlılar:
Kayıhanlılar veya Kayı Boyu, Oğuzlar’ın daha itibarlı addedilen sağ tarafta yer alan boylardan, yani Bozoklar’dan idi. Bu gruptaki boyların kendi aralarındaki sıralanmada da en sağda yer alıyordu. Yâni Bozoklar’dan, Gün Han’a tâbi dört boyun en itibârlısıydı.
Esasen Oğuz boylarının tam bir listesini veren ve bunları siyasî ehemmiyetlerine göre sıralayan “Reşid-üd-din’in Câmi-üt-Tevârih” isimli eserinde Kayı Boyu’na birinci sırada rastlanılmaktadır. “Kayı “ nın mânâsı; “kuvvet ve kudret sâhibi” demektir. Osmanoğulları bu boyun bünyesindeki “Kara Keçili “ aşiretindendiler.
Oğuz Boyları, başlayan fetih hareketiyle birlikte Anadolu’ya gelmeye ve burada yerleşmeye başlamışlardır. Ancak bu yerleşme de defaten ve toplu bir halde gerçekleşmemiştir. Anadolu’ya parça parça ve muhtelif tarihlerde gelen Oğuz boyları ve onların kolları hemen her tarafa dağılmışlardır.
Bunun neticesi olarak bugün bile hâlâ Anadolu’nun muhtelif yerlerinde Oğuz boylarının adlarını taşıyan birçok köy ve kasabaya rastlanılmaktadır. Bunlardan bir kısmı da halen “Kayı” adını taşıyan köylerdir. İşte “ Kayılar “ da bu suretle Anadolu’ya gelmişlerdir.
Selçuklu’ların 1071 Malazgirt zaferini müteakip bir kısım Oğuzlar Anadolu’nun muhtelif yerlerine iskân ettikleri mâlumdur. Ancak Kayılar’ın bu sırada mı yoksa, daha sonra Celâleddin Harezmşah’ın vefatı üzerine o büyük kumandanı yenen Moğollarla vuruşa vuruşa mı Anadoluya gelip yerleştikleri hususu ihtilaflıdır.
Bununla beraber Kayılar’ın Dokuzuncu Yüzyılda Selçuklularla birlikte Ceyhun Nehri’ni geçerek İran’a geldikleri muhakkaktır. Ancak Osmanoğulları’nın neş’et ettikleri Kayılar’ın Anadolu’ya gelişleri ve bu esnada cereyan eden hadislere dâir bilgilerimiz efsânevî bir mâhiyet arzetmektedir.
Gerçekten, rivayetlere nazaran Kayılar, Ceyhun Nehri’ni geçtikten sonra, önce Horasan’da “Merv” ve “Mahan” bölgesine yerleşmişlerse de, Moğollar’ın devam eden hücumları sonunda Celâleddin Harezmşah ile birlikte Azerbaycan’a ve Doğu Anadolu’da Ahlat taraflarına göç etmişlerdir. Ancak Onbirinci Yüzyılda Diyarbekir ve Harput’ta hükümet kuran “Artukoğulları “da Kayılar’dan olduğundan bunların bir kısmının Anadolu’ya daha önce geçmiş bulunduğuna hükmetmek kabildir.
Kayı’ların bir kısmı Selçuklu Hükümdârı I. Alâüddin Keykubat (1219-1236) tarafından Ankara havalisindeki, “Karacadağ” mıntıkasına yerleştirilmişlerdir. Buradan bilâhere kışlak olarak “Söğüt” yakınındaki ovaya ve yaylak olarak da ”Domaniç”e nakledilmişlerdir. Fakat Anadolu’ya gelişlerinden devletlerini kurdukları bu bölgeye yerleşinceye kadar başlarından geçen macera, hakkıyle tesbit edilebilmiş değildir. Bu husustaki bilgiler zamanımıza kadar rivayet halinde devam edip gelmiştir.
Bu rivayetlerin en meşhuru şudur:
Anadolu’ya geldikten sonra bir müddet Ahlat’ta oturan Kayılar, oradan ayrılarak Erzurum, Erzincan ve Amasya taraflarına göç etmişlerdir. Fakat hayvanlarını beslemek için kâfi miktarda müsait arazi bulamamaları sebebiyle Haleb’e doğru yola çıkmışlardır. Bu sırada reisleri bulunan Süleyman Şah’ın “Caber Kalesi” civârında Fırat Nehri’ni geçerken boğulmasın üzerine aralarında yola devam edip etmemek hususunda ihtilâf çıkmış ve ikiye ayrılmışlardır.
Bu sebeple Kayılar’ın bir kısmı orada kalmış, diğer bir kısmı ise geri dönüp Çukurova’ya gelmiştir. Burada da tekrar ikiye bölünmüşler ve bir kısmı kuzeye yönelerek Erzurum civarında Pasinlar Ovasındaki “Sürmeli çukur“a gelip yerleşmiştir. Burada da aralarında yurt tutma hususunda ihtilâf çıktığından bir kısmı geldikleri asıl yere dönmüş, Ertuğrul Gazi ile kardeşi Dündar Bey’in emrindeki diğer bir kısmı Moğol akınlarından bîzar kalarak Orta Anadolu’ya göç etmişlerdir.
Selçuklu hükümdarı Alâüd-din Keykubat da onları müracaatları üzerine Karacadağ’a yerleştirmiştir.
Henüz tam manâsıyla tevsik edilememekle beraber buraya giderken Selçuklu ve Moğol kuvvetleri arasında dehşetli bir çarpışmaya rastlamışlar ve zayıf olan Selçuklular’a yardım ederek, onların galip gelmelerini sağlamışlardır.
Ertuğrul Gâzi’nin reisliği altında önce Karacadağ’a gelen ve sonra da buradan Söğüt ve Domaniç’e nakledilen Kayılar, rivayete nazaran dörtyüz çadırdan ibarettiler.
Bu yüzdendir ki, Namık Kemâl:
“Biz ol Ali himem erbâb-ı cidd-ü içtihadız kim,
Cihangirâne bir devlet çıkardık bir aşiretten.”
Ertuğrul Gâzi’nin anası Domaniç’in Çarşamba köyünde medfun “Hayme Ana”dır. Kaynaklarımız Ertuğrul Gâzi’nin doksan yaşını geçmiş olarak 1281 veya 1288’de vefat ettiğini yazarlar. Türbesi bizzat zabtettiği Söğüt’tedir.