MakalelerMedeniyetimiz

Türklük Ve İslamiyet

İ

slamiyet’in Türk kültürü üzerinde büyük tesiri olmuştur. Türkler Müslüman olduktan sonra bin yıl bu  yüce, dinin içinde, yaşarmışlar, onun uğruna savaşmışlar, hayatlarını onun esaslarına uydurmuşlardır. Türk tarih ve kültürünün bin yılını İslamiyet yoğurmuştur.  Türkler kitle olarak X yüzyılda Müslüman olmuşlardır. Fakat bu tarihten önce de, küçük gruplar  halinde İslamiyet’i kabul eden Türkler vardır. Dede Korkut Kitabında Korkut Ata’nın, Resul Aleyhisselam zamanına yakın yaşadığı ve onun sahabesi olduğu belirtilir. 

Farsça Oğuznâme’de Dede Korkut’un Oğuz sülâlesinde 14. hükümdar olan Kanlı Yavkuy zamanında  yaşadığı ve iki müşavir ile beraber Hazreti Muhammed’in yanına giderek İslâmiyet’i kabul ettiği  söylenilir. 
Taberi Tarihi, Hazreti Muhammed’in Uhut gazasında Kubbeü’t-Türk (Türk çadırı) adı verilen bir  çadırdan savaşı idare ettiğini kaydeder. O tarihlerde Yemen’e giden Türklerden bazılarının Hazreti Muhammed’i görmüş ve İslâmiye’i kabul etmiş olmaları muhtemeldir. Abbasi ordusunda, Türklerin ne  kadar büyük bir yer işgal ettiklerini biliyoruz. 
VII – VIII. yüzyıllarda bazı Türk boyları Budizm, Maniheizm, Hıristiyanlık, Musevilik gibi çeşitli dinleri  benimsemişlerdir. Bu dinlere giren Türkler yerleşik medeniyete geçmişlerse de, ömürleri çok uzun  olmamıştır. Bunun sebebi bu dinlerin Türklerin karakterine uygun olmayışıdır. Türkler, bilhassa. 
Selçuklu ve Osmanlı devletini kuran Oğuz boyları din olarak İslamiyet’i seçmişlerdir. Çünkü İslâmiyet savaş ile barış, madde ile ruh, bu dünya ile öbür dünya, fert ile toplum arasında bir  denge kurmuştu. İslâmiyet Türklerin yiğitlik duygusuna, ve cihangirlik idealine tamamiyle uygun  düşüyordu. Üstelik fethedilen ülkelerde barışı tesis eden, hak ve adalet esasına dayalı bir sosyal nizam da getiriyordu. 
İslâmiyet’i kendi ruh ve karakterlerine çok uygun, bulan Türkler, onu benimsedikten sonra, Araplardan ve Farslardan daha mükemmel bir şekilde hayata uygulamışlar ve asırlar boyunca onu canlı tutmuşlardır. Bunda Türklerin İslâmiyet’i kendi hayat felsefelerine göre ele alışlarının ve  uygulayışlarının büyük rolü vardır. 
Türkler yiğitlik ve cihangirlik temayülleri savaşçıydılar. Bu kabiliyet Araplarda ve Farslarda Türklerdeki  kadar kuvvetli ve sürekli değildi. Türkler idareleri altına aldıkları kavimleri adalet üzere, barış içinde yaşatmayı devlet idaresinin temeli biliyorlardı. 
İslâmiyet, Türklerin bu iki temayülüne derin bir mânâ ve çekidüzen vermiştir. Anadoluda bin yıldan  beri devam eden Türk devletlerinin hepsi, dışa karşı yiğit ve kahraman, içte vatandaşa karşı adil olmayı gaye bilmişlerdir. İslâmiyet’in mistik yönünü de en iyi Türkler işlemişler, onu bir barış ve sevgi  yolu haline getirmişlerdir. Anadolu’da kurulan Mevlevilik ve Bektaşîlik asırlarca insanlara sevgi ve  barışı telkin etmiştir. 
Türklerin bin yıl, en ince teferruatına kadar işledikleri, ruhlarına sindirdikleri, mimarilerinde,  şiirlerinde, musikilerinde ilham kaynağı haline getirdikleri İslâmiyet’i de Türk kültür hazineleri  arasında saymamız gayet tabiidir. 
Türklükle İslâmiyet arasındaki bin yıllık münasebeti iyi tedkik etmeyenler, birtakım yanlış fikirlere saplanıyorlar. Bunların düzeltilmesi lazımdır.  Bunlardan birincisi İslâmiyet’i çağdaş ilim ve tekniğe aykırı bularak onu reddetmeğe kalkanların düşüncesidir. Böyle düşünenler önce şunu anlamalıdırlar: İslâmiyet, bir dindir, ilim ve teknik değildir. 
İlim ve teknik maddi âlem ile meşgul olur. Din ise insan ruhunun ebedi özleyişlerine cevap verir. İlim ve teknik ruhun sonsuzluk iştiyakına, adalet, sevgi, beraber yaşama ve dayanışma arzularına cevap vermez. Dinler arasında da bilhassa İslâmiyet, bu özleyişlere en iyi şekilde cevap veren bir dindir. Üstelik İslâmiyet, insanın emrinde olan ilim ve tekniğin asla aleyhinde değildir.
İkinci yanlış düşünce, İslamiyet’in Türklükle bağdaşmadığı batıl inancıdır. Türkler İslâmiyet’i kabul  ettikten sonra asırlar boyu devam eden devletler ve yüksek bir medeniyet kurmuşlardır. Daha önce  belirtildiği gibi bin yıllık Türk tarih ve kültürünü İslamiyet yoğurmuştur ve son bin yıllık Türk tarihi, Türk tarihinin kültür ve medeniyetçe en zengin, en muhtevalı ve en güzel devridir. 
Üçüncü yanlış görüş, İslâmiyet’i esas alarak Türklüğün, Türk milliyetçiliğinin inkârıdır. Böyle  düşünenler tarihte İslâmiyet’i Türklerin muzaffer kıldığını ve bugüne kadar yaşattığını unutmamalıdırlar. Eğer daha Abbasiler devrinde Türkler İslâmiyet’i benimseyerek onu İran’a ve Bizans’a karşı müdafaa etmeselerdi, Rafızilik veya Ortaçağ Hıristiyanlığı çoktan çökmüş olan Arap âlemini istilâ ederdi. 
İslâmiyet’i Büyük Selçuklu devleti, Anadolu Selçuklu devleti ve Osmanlı devleti, asırlarca İran  Rafıziliğine ve Hıristiyanlığa karşı korumuştur. Türkiye bugün bile Orta – Doğu ve İslâm âleminin en güçlü devletidir. Türklerdeki savaşçı fazilet, orduya ve devlete bağlılık duygusu, yiğitlik ruhu, çağdaş medeniyete uyma kabiliyeti, yalnız devlet olarak değil, fert olarak da nerede, hangi şartlarda olursa,  olsun, kendi kendisine saygı, diğer İslam kavimlerinde, Türklerde olduğu kadar gelişmiş değildir. 
İslâmiyet’i dün olduğu kadar bugün de en iyi, en ölçülü şekilde temsil eden, saf ve temiz bir iman  olarak koruyan Türk milletidir. 
Orta – Doğu ve İslam âleminin Türk milletine büyük ihtiyacı vardır. Bundan dolayı güya İslâmiyet adına Türk milletine gereken yeri vermeyenler ve ona karşı saygı duymayanlar, tarihi, dünyayı ve Türkü bilmeyen kişilerdir. 
Şunu da unutmamak lazımdır: Türklerin İslâmiyet’i, esaslarına halel getirmeden tarihin değişen şartlarına göre uygulamaları, bütün İslam aleminin örnek alması gereken bir husustur.

Prof. Dr. Mehmet Kaplan

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242