MakalelerMedeniyetimiz

Türklerin Türkistan’dan Anadolu-Rumeli’ye Büyük Koşusu

M

ilattan sonra dördüncü yüzyıldan itibaren, Hun imparatorluğunun yıkılışı ile birlikte, batıya büyük göçler başlar. Bu tarihlerden itibaren Türk tarihinin yönünün kısmen batıya dönük olduğunu söylemek mümkündür. 
Avrupa Hunları, Avarlar, Kumanlar, Kıpçaklar, Guzlar ve Peçenekler birkaç yüzyıl boyunca sürekli olarak orta Avrupa ve Balkanlara akacaklardır. Karadeniz’in kuzeyi, Deşt-i Kıpçak bölgesi dışında kalan bütün bu bölgelerde, zaman zaman güçlü devletler de kurmalarına rağmen, varlıklarını koruyamamış, Orta Avrupa ve Balkanlardaki halklara karışarak kaybolmuşlardır.
Büyük Türk Hakanlığının onuncu asırdan itibaren Karahanlılara geçmesinden ve Müslümanlığın Türk boyları arasında kabulünden itibaren, Türk tarihinin batıya yönelişi daha belirgin bir hal alır. Başlangıcından itibaren Büyük Türk Hakanlığının başkenti olan Ötüken’in yerini Uygurlar zamanında, daha batıda bulunan Karabalsagun alır. 
Karahanlılar ise daha batıya kayarak başkent olarak Kara Ordu’yu sonra Kaşgar ve Semerkant’ı seçerler. Selçuklular zamanında başkent Horasan’da Nişabur olacak, Anadolu’daki ilk Türk devletinin başkenti olarak da, Marmara Denizi kıyısında İznik seçilecektir. Orta Doğu’da Büyük Selçuklu imparatorluğu ile egemenliğini kuran ve İslam dünyasının öncülüğünü ve koruyuculuğunu üstlenen Türkler’in batıya akışı devam eder. Kafkaslar ve Karadeniz’in kuzeyinde ise kuvvetli bir birlik kurulamadan Türklerin varlığı devam eder. 
1071 Malazgirt Savaşından sonra ise, Batıya, yani Anadolu’ya giren Türk boyları, artık buralarda yerleşmek kasti ile gelmektedirler. Esasen, beş-altı yüz yıldır Bizans ile Sasaniler arasındaki savaşlara sahne olan Anadolu nüfus bakımından da fevkalade azalmış olduğundan, diri ve yurt tutmak, gaza yapmak heyecanı ile gelen Türk boylarına, ciddi ve kalıcı direnç gösteremezler. 
Anadolu süratle Türkleşir ve Selçuklu şehzadelerinden Kutalmışoğlu Süleyman Beğ, İznik başkent olmak üzere 1075’de Anadolu Türk Devletini kurar. On ikinci yüzyıl boyunca Haçlı Seferlerine göğüs geren Anadolu Selçukluları döneminde Avrupalı kaynaklar bu topraklardan ‘‘Türkiya’’ olarak bahsederler. Bu yüzyılda, Hazar Denizinin doğu bölgelerinde ise, Gaznelilerden ayrılarak büyük bir imparatorluk kurmuş olan Harzemşahlar egemendir.
On dördüncü yüzyıl başından itibaren, Türk tarihinin bütün ağırlığını Anadolu’da kurulan Osmanlı İmparatorluğu taşımaya başlar. Onun da yönü batıyadır Türk tarihinde, sürükleyici bir güç, yaklaştıkça uzaklaşan ve daha ötelere götüren bir ülkü olarak beliren ‘‘Kızılelma’’ motifi, Osmanlının kuruluşundan itibaren İstanbul olarak algılanır. 
Kızılelma’nın, Ayasofya’nın kubbesinde olduğuna inanılır. İstanbul fethedildiği zaman, Kızılelma’nın Viyana/Beç Sarayı’nda olduğu düşünülür. Osmanlı tarihçilerinin yazdıklarına göre, Beç Kızılelması ele geçirildiğinde, Türk Kızılelması Rimpapa/Roma kilisesine geçecektir. Askerlerin eğitimlerini denetleyen Padişahlar, Allahaısmarladık, Kızılelmada görüşürüz, diye veda ederler. 

Türkistan İle Osmanlı Türklerinin Manevi Bağları.
Görüldüğü gibi Kızılelma, Türk milletinin tarih içindeki hareket ve gücünü temsil etmekte ve onu daima batıya yöneltmektedir. Türkistan’lı Ahmet Yesevi’den kaynaklanan bütün Türk tarikatleri de, mensuplarına Anadolu ve Rumeli’yi göstererek buraların fethine ve buralarda yerleşmeye teşvik etmişlerdir. Anadolu’da ve Balkanlarda bugün izlerine rastlayabildiğimiz birçok türbeler ve bunlar çevresinde oluşan hikâye ve inanışlar Yesevi’nin bu fetihçi Alperenleri ve Gazileri üzerinedir.
Orta Asya toplulukları ile Osmanlı sahası arasında bir diğer münasebet daha vardır ki, Ahmed  Yesevi’den beri devam etmiştir ve bu toplulukların iç dünyalarını inanç yapılarını oluşturmakta ve aynı ölçülerin muhafazasında fevkalade etkili olmuştur: Tasavvuf. Özellikle Nakşibendi tarikatinin canlı ve bütün Türk dünyasını kapsayan yaygınlığı, Türk topluluklarını birbirine bağlayan, ruh bütünlüğünü sağlayan ve ölçülendiren emsalsiz bir güç olmuştur. 
Tarikat mensuplarımızın gezileri de manevi bağların ve kültürel etkileşimin gerçekleşmesinde en etkili yollardan biridir. Ayrıca, Halife’nin İstanbul’da oluşu, bu şehrin ikinci bir kutsal yer olarak kabulü ve hacca gidecek olan Orta Asyalı Müslümanların önce İstanbul’a uğrayıp, Halife ile bir cuma namazı kıldıktan sonra yollarına devam etmeleri gibi emsalsiz güzellik ve güçteki bir gelenek de, Orta Asya Türklüğü ile Osmanlı Türklüğü arasındaki ilişkileri devam ettiren, zenginleştiren bir amil olmuştur. 

Son Durak Rumeli
Rumeli fethedildikçe, Anadolu’nun çeşitli kesimlerinden kaldırılan Türk toplulukları fethedilen topraklara yerleştirilir. Bunlardan, toprakla uğraşanlara, gerektiğinde muafiyetler tanımı, tarım yapabilmeleri için yeterli alet ve tohumluk verilir. Ayrıca, çeşitli sanatlara mensup kimselerin de bu topluluklar içinde olmasına dikkat edilir. 
Ordu önünde giden ve münferit gazâ yapan Türk gurupları, derviş toplulukları da, fethettikleri yerlerde yerleşirler. Bunlardan, özellikle belirli yol güzergâhlarında, derbentlerde yerleşen ve tekke kuran şeyhlere vergi muafiyetleri tanınarak, bulundukları yerde kalıcı olmaları sağlanır. 
Tarihi bir gelişme olarak, yüzyılımıza kadar nüfus bakımından Türkistan Anadolu’yu besler; Anadolu da Rumeli’yi fetihler boyunca beslemiştir. Ne yabancı, ne de yerli kaynaklarda, Hıristiyanların toplu ihtidalarına ait bir kayda rastlanmamış, Osmanlı yönetiminin din değiştirme hususunda baskı yaptığına dair bir iddia da ileri sürülmemiştir. 
Her dini topluluğun, kendi gelenek ve inançlarına göre ve toplu halde şehirlerde yaşadığı bilinmektedir. Esasen, beş yüz yıllık bir egemenlikten sonra, Balkan halklarının bugünkü durumları, hiçbir açıklamayı gerektirmeyecek ölçüde, Osmanlının anlayış ve müsamahasını göstermektedir.
Rumeliyi ilk fethe koşan Türkmen beğlerinin buralardaki yerleşmeleri, Osmanlı hayatının ilk merkezleri olmuştu. Daha sonra, eyalet ve sancak merkezlerindeki paşa, ağa, beğ sarayları, konakları, İstanbul merkezli seçkin Osmanlı kültürünün ilk yansıdığı ve zenginleştiği merkezler olmuştu. Osmanlı şairlerinin önemli bir bölümü Rumeli şehirlerinde yetişmiş, türkülerin en güzelleri serhad boylarından söylenmişti.

Nevzat Kösoğlu

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242