MakalelerMedeniyetimiz

Türklerin Asaleti ve Hristiyan Fanatizmi

William M. Pickthall (1875-1936) Türkiye’yi ve 1913 yıllarında ziyaret etmiş, ikinci ziyareti sırasında geçen olayları, intibalarını, görüşlerini “With The Turks in War Time” adlı eserinde anlatmış bir İngiliz yazarıdır. Aşağıdaki makale bu eserden alınmıştır.
Beyoğlu’nun mutlu küstahları

İ

stanbul’a vardığım ilk akşam, Beyoğlu caddesinde gezintiye çıktım. Her iki kaldırımda da modaya uygun giyinmiş, dünya zevklerini düşünen, Yunanistan ve Avrupa menşeli kalabalık, melon ve fötr şapkalı, kendi halinde dolaşan insanlar vardı. Geçerken gözüme ilişen her çehre, geçici zevklere kapılmış, hayvani ve kurnazcaydı. Parlak ışıklı eğlence yerlerinden çalgı sesleri geliyordu. Kapısında “skating” yazılı tiyatro ve eğlence yeri bana oldukça çok para kazanan bir yer gibi geldi. Beni iterek geçen, çoğu eğlence maksadıyla çıkmış bu insanlardı; halbuki o anda Osmanlı Devleti’nîn varlığını koruyabilmek için 30 mil kadar ötede savaşan Türkler vardı, hatta Çatalca’dan top sesleri geliyordu.

Acaba bu insanlar,  neye önem veriyordu? Onlar Hristiyan fakat Türkler Müslüman idiler. Hristiyanlar, Türkiye’nin yıkılmasını ve kim olursa olsun mutlaka Avrupalı bir kralın Türkiye’yi ele geçirmesini istiyordu. İşte onun için Hristiyanlar, acı içinde bulunan bu ülkede eğlencelerine devam ediyorlardı. Ne yazık ki, Türk kanunları onlara bu hürriyeti veriyordu. Mesela, Beyoğlu’nda; sırtlarında silahları, ikişer ikişer devriye gezen Türk polisleri onların güvenliğini sağlıyordu.
Bu Hristiyanlar, eğlencelerinden men edilip azarlanabilirlerdi. Tiyatroları, savaş bitinceye kadar kapatılabilirdi. Hayatları en ufak bir tehlike içinde bile değildi. Türk taassubu ve onların Hristiyanları katletme niyetlerinde olduklarına dair gazetelerimizi süsleyen söylentiler ise, bu umursamaz ve hür Hristiyanlar tarafından uyduruluyordu. Korktukları zaman yaltaklık eden bu iradesi zayıf tebaa, Avrupalı bir devletin ağır bastığını görünce küstahlaşıyor ve onu destekliyorlardı.

Güvenliklerinin Boğaz’daki savaş gemileri tarafından garanti edildiğini görünce öyle küstahlaştılar ki, terbiyesizliklerine Türklerden başka hiçbir millet tahammül edemezdi. İstanbul’da uzun süredir kalanlar, durumun böyle olduğunu bana anlatmışlardı. Zaten kendim de gözlerimle görüyordum.

Geçen kasım ayında Bulgar ordusunun Çatalca hattında ilerlediği sıralarda Hristiyan tebaanın güvenliğinin sağlanması için denizci askerler karaya çıkartılmıştı. Bu, Müslüman halk için tahrik edici bir hareketti ama yine de önem verip kızmadılar. Savaş sırasında İstanbul’daki tek düzensizlik ve gürültü, yabancı savaş gemilerinden inen sarhoş denizcilerin attıkları naralardı. 
Bulgarların Çatalca’ya ulaştıkları ve onu zapt edecekleri dedikodusu etrafa yayıldığı günlerde, İstanbul’da Yunan kiliselerine mensup bir lider ölmüştü. Cenaze töreni büyük bir tantana ile yapılırken, yolları tören iyi yapılsın diye Türk kıtaları tutmuştu. Belfast şehrinin Romen Katolik ordusu tarafından tehdit edildiğini farz etsek -Bu misal bana Kuzey İrlanda’dan henüz gelmiş bir İngiliz tarafından söylenmiştir- ve Belfast’ta Romen Katolik bir piskoposun o anda öldüğünü düşünsek, acaba cenaze törenine müsaade edilir miydi?
Yaralılara alay
Bir akşam İstiklal Caddesi’nde, otelime dönerken kaldırım kenarında iyi giyimli insanların sıralandığını Frenklerin neşe içinde güldüklerini ve anlamlı anlamlı göz kırptıklarını gördüm. Onları eğlendiren şeyin ne olduğunu anlamak için kafamı çevirince şunu gördüm;
Takriben üç yüz kadar yaralı Türk askeri, el ele birbirlerine destek olarak, ikişer ikişer başlan öne eğik, ayaklarını süzerek yürüyordu. İçlerinden biraz daha sağlıklı olanlarından birkaçı, diğerine moral vermeye çalışıyordu. Harpten ve yürümekten yorulmuş bu dürüst, hüzün dolu köylü yüzler, kaldırımda toplanmış iyi giyimli insanların alay ve gülüşlerine aldırış etmeden, sabır ve vakarla ilerliyordu. Acı çekmesini bilen ve milletlerin en efendilerinden olan Anadolu Türklerini Avrupalılar tanımamışlardı. Bu yüzden bu iyi yürekli insanlar, kendi sırtlarından geçinen Beyoğlu aristokratlarına göre yüz karasıydı. 
Yine günde beş defa Allah’a ibadet ettikleri için fanatiktiler. Çünkü onlar misyoner okullarına gitmemişlerdi, işte bunun için barbardılar. Vatanları için çarpışıp yaralı olarak dönen bu insanlara, kendi başkentlerinde gülünüyor ve durumlarıyla alay ediliyordu. Halbuki onlar, vatanlarına göz dikmiş sözüm ona medeni Hristiyanlara karşı vatanlarını korumaya çalışan insanlardı. Ve onları bu halde görmek, tam can damarlarına dokunmak, Hıristiyanlar için bir şaka, bir eğlence konusu olmuştu.
Bulgar mezalimi

Manastır’dan kaçan bir kadın, Hristiyanlık lehine iyi davranışmış gibi Balkan Hristiyanlarının zulmünü insanların çarmıha gerilerek öldürülmelerini, kısaca zulüm hikayelerini anlatıyordu. Zaten Hristiyanlardan da bu beklenirdi: 

Yakın komşumuzun bir yeğeni tımarhanede yatıyordu. Delirmesinin sebebi şuydu: 
“O ve iyi aileden gelme birkaç öğrenci savaşta hizmet etmek için gönüllü yazılmışlardı ve tanıdık olduklarından aynı yere gitmişlerdi. Bir gece bir kulübede ileri karakol vazifelerini üslenmişlerdi. Bağlı oldukları birliğin geri çekilmesinden habersiz olarak kendilerini Bulgar komitacıların ortasında bulmuşlardı. Öylesine canice saldırılar olmuştu ki hepsi şaşkına dönmüştü, içlerinden ufak yapılı bir çocuk boş bir fıçıya girip saklanmıştı. Çocuk saklandığı yerden arkadaşlarına yapılan ağır işkenceleri duyuyordu.
‘- Burnunuz olmasa daha yakışıklı görüneceksiniz beyefendi, o dudaklarınız pek uzun dillerinizi gölgeliyor, o kulaklar, o gözler, o dil,..’
Bu sesleri korkunç çığlıklar takip ediyordu. Korkusundan dolayı saklandığı fıçıdan çıkamayan bu delikanlı, arkadaşlarına yapılan işkenceleri orada sessizce dinlemiş fakat sonunda o da aklını kaybetmişti.
Paçavralar içinde her şeyden yoksun insanlar canlarını kurtarmak için akın akın Türkiye’ye  göç ediyordu. Arkadaşım Ali Haydar Mithat’ın çiftliğine sığınan sefil kalabalık arasındaki her kız ve genç kadının ırzına geçilmişti ve on üçünde olan kızlar tecavüz edildiklerinden hamile kalmıştı. Bizim köyde pek çok göçmen görebilirdiniz. İstasyonda tren bekleyenler arasında böyle sefil insanlara yardım toplamak için tepsiler dolaştırıldığını görmek normaldi. Aynı şekilde elinde tepsi olduğu halde çok mükemmel birisi benim de yardıma katılmam için yanıma gelmişti. Bu mükemmel insanın dilini kesmişlerdi. Daha sonra kulaklarının da kesildiğine kanaat getirdim. Çünkü başına uzun bir kalpak geçirmişti.”
Kaynak: Harpte Türklerle Beraber -1914 William M. Pickthall
Çeviren : Doç. Dr. Kemalettin Yiğitler – Kültür Bakanlığı Yayınları: 1177, Tercüme Eserler Dizisi 76-Baskı:1990

William M. Pickthall

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242