Türk Dili

Türkçe mi? Öz Türkçe mi?

 

Devlet Bakanımız Işılay Saygın Hanımefendiyi bin defa tebrik ederim. Gazetelerin yazdığına göre muhterem bakan “Türçemizin doğru ve güzel kullanılması için, Bakanlar Kuruluna bir kanun taslağı sunmuş” Bu taslak, Meclisimizden geçerek kanunlaşışa “işyerlerimize artık Türkçe isimler konulacakmış. Mağaza ve dükkân levhalarında, artık yabancı kelimeler sırıtmayacakmış.”

 

Türkçenin doğru kullanılması için,Dil İzleme Kurulları” oluşturulacakmış. Radyo ve televizyonlarda herkes sunuculuk yapamayacakmış. “Sunuculuk Sertifikası Kurulu”ndan belge alamayanlar radyo mikrofonlarına çıkamayacaklarmış vs vs. Aman ne güzel! Türkiye’de güzelim Türkçemizin kanunla korunması, gerçi çok hazin bir durumdur; ama dilimize kanunla sahip çıkılması da, artık zaruret haline gelmiştir.”

 

Şimdi biz, acaba, Türkiye’de güzel Türkçe konuşulmasını ve yazılmasını, kanun çıkararak sağlayabilir miyiz? Bu soruya rahatlıkla evet diyemeyiz! Büyük ve küçük işyerlerimize, kanun kuvvetiyle Türkçe levhalar astırmak mümkündür. Ancak kanun çıkararak doğru ve güzel Türkçe konuşturmak imkânsızdır. Çünkü Türkiye, doğru ve güzel konuşmak ve yazmak, ciddî bir eğitim işidir.

 

Milli Eğitim bakanlığımız, Devlet Radyo ve Televizyonlarımız, eski Türk Dil Kurumu’muz güzel ve doğru Türkçe konusunda hep sınıfta kalmışlardır. Bugünkü hazin durumun ortaya çıkmasına zemin hazırlamışlardır. Artık üniversite mezunlarımız bile yavan, kuru ve cin çarpmış bir Türkçe ile konuşuyor! Çocuklarımızı bu zavallı seviyesizliğe kim düşürdü? Radyolarımızın, televizyonlarımızın, gazetelerimizin Türkçesi de bozuldu. Şimdi “Türkçemizi kanunla koruyacağız” başlıklı gazete haberindeki şu dil yanlışlıklarına bakınız:

 

“… Türkçe’nin doğru ve güzel konuşulması için yasal düzenleme yapılıyor. Devlet Bakanlığı tarafından hazırlanan ve Bakanlar Kurulu’nda imzaya açılan kanun taslağı, Türkçe’nin yazılı ve görsel basında doğru kullanılması için, bir takım düzenlemeler ve yaptırımlar getirirken, işyerlerine Türkçe isim verilmesini zorunlu kılıyor.”

 

Bu bozuk, Türkçe’nin neresini düzeltmeliyiz? Demek şimdi Devlet Bakanlığımız, yasal bir düzenleme için kanun taslağı hazırlıyor ha? “Yasal düzenleme” ifadesi yanlıştır. İşimize geldiği yerde “yasal” gelmediği yerde “kanun” diyemeyiz.

 

Sonra şu “yazılı ve görsel basın” da ne demek? Bazı kimseler, Türkçeyi katlederek radyo ve televizyon yayınlarına “görsel basın” diyorlar. Önce, Türkçe olan “gör” ekiyle “görsel kelimesini uydurmak yanlıştır. Sonra, radyo ve televizyon yayınlarıyla basını birbirine karıştırmak ayıptır. Halka, basılmış eser sunmak başkadır; sözle, müzikle, mimikle… Hitap etmek başkadır.

 

Eğer “görsel basın” ifadesi doğruysa “yazılı basın” deyimi yanlıştır. Latin gramerinin bu “sel” ve “sal” eklerine tam aşağılık duygusuyla deli divane olanlar, “yazılı basın” yerine “yazınsal basın” veya “yazımsal basın” ucubelerine sarılmalıdırlar. Veya, (eğer küçük kıyamet kopmayacaksa) “görsel basın” yerine “radyo ve televizyon yayınları” demelidirler.

 

Açın okuyun “Dedem Korkut kitabını”, açın okuyun Yunus Emre’yi, Keloğlan’ı… onlarda bir tek selli, sallı kelime bulamazsınız. Çünkü bu sel ve sal ekleri Türkçe değildir! Şimdi bir takım dil fukaraları, Türkçe, Arapça, Farsça… kelimelerin ardına sel sal eki yapıştırarak öz Türkçe konuştuklarını sanmaktadırlar. Artık radyolarımızda ve televizyonlarımızda, bankalarımızın hem ev kredisi verdiklerini öğreniyoruz, hem de tarımsal kredi! Peki neden tarım kredisi değil de tarımsal kredi?

 

Başbakanımız, bölge valisinden “bölgesel sorunları” hakkında bilgi alıyormuş. Bazı sanatçılarımız da “işlerinin “yoğunluğu nedeniyle” sabah kahvaltılarından hemen sonra “sanatsal çalışmalarına” başlıyorlarmış.”

 

Vah! Vah! Vah! Peki Başbakanımız “bölge valimizden, bölge meselelerini” dinleyemez mi? Bazı sanatçılarımız, sabah kahvaltılarından hemen sonra “sanat” çalışmalarına başlasalar ne olur? Türkçe, doğru kullanıldığı için “gericilik” olur! O zaman gelsin “bölgesel valimiz” “bölgesel sorunlarımızı” döktürsün ve bazı sanatçılarımız da, “sabahsal kahvaltılarından” hemen sonra “sanatsal çalışmalarına” başlasınlar ki ilericiliğimiz tam olsun.

 

Türkiye, Ay’a değil. Güneşe bile füze indirebilir. Orada bilmem kaç bin derecelik bir sıcaklıkta yüzlerce kişi çalıştırabilir. Ama Türkiye kanun zoruyla bile olsa, dilimize musallat olan bu çirkin “sel” ve “sal” eklerinden artık kurtulamaz, kurtarılamaz!

 

Doğrusu bu ya, ben bu kanun taslağından da endişeliyim. Bu taslak kanunlaşırsa, büyük şamatalara sebep olacaktır sanıyorum. Bir takım kimseler, yine Atatürk’ün ismi arkasına sığınarak, kıyametler koparacaklardır. Atatürk’ün “dilde tasfiye” hareketine sarılanlar da, “Güneş Dil Teorisine” inananlar da ortalığı alt-üst edeceklerdir.

 

Falih Rıfkı Atay, o güzelim Çankaya isimli eserinde yazıyor: “Şey” kelimesi Arapça olduğu için Atatürk bir zamanlar “şey” denilmesini de, yazılmasını da yasaklıyor. Bir gün Falih Rıfkı, Atatürk’e çıkıyor ve sızlanıyor:

 

– “Yapmayınız Paşam! Anadolu’da ne kadar ölmüş Türk varsa, hepsinin aynı anda dirilmesi mümkün olsa, hepsinin beraber ilk ağızlarından çıkacak kelime ‘şey’dir. ‘Şey’ o kadar Türkçedir.” Çankaya, 1969, s.476)

 

Falih Rıfkı Atay, daha sonra yine Atatürk tarafından ileri sürülen ve “bütün dünya dillerinin Türkçe’den doğduğunu” iddia eden Güneş-Dil Teorisine de inanmadığını söylüyor. Çünkü bu görüşü de ilmi bulmuyor.

 

Bakalım kelaynak devrimcilerimiz ve ilericilerimiz bu taslak için neler yumurtlayacaklar nasıl dövünüp duracaklardır?

 

 

 

 

 

 

İlgili Gönderiler

1 / 79