ürk edebiyatının önemli şahsiyetlerinden biri olan Tarık Buğra, hikâye, roman ve tiyatroda kendine sağlam bir yer edinirken, bütün bu anlamların temel taşı olan Türkçe üzerinde de dönemine göre çok önemli fikirler ileri sürmüştür. Tarık Buğra, gazete ve dergilerde yazdığı yazılarda, belirli aralıklarla Türkçenin önemine, Türkçe üzerinde oynanmak istenen oyunlara ve bunların gâyesine yönelik, dönemin ilim adamlarına, eğitimcilerine, siyasetçilerine önemli ikazlarda bulunmuştur.
Tarık Buğra, edebiyat ve sanatta soylu bir duruş sahibi olabilmenin ilk ve vazgeçilmez şartının bağımsız bir kafaya sahip olmaktan, yani hâdiselere, meselelere, insana ve insanlar arası münasebetlere peşin hükümlere saplanmadan bakabilmekten geçtiğini görmüştür. Bu tavrını Türkçe ile ilgili yazdığı makalelerinde de sergilediğinden, “öztürkçeciler” ve “arılaşma”yı savunanlar tarafından dışlanmıştır.
Tarık Buğra’ya göre yalnız edebiyatta değil, diğer sanat dallarında, teknikte, bilimde kısaca “kafa” ile ilgili faaliyetlerin hepsinde insanın seviyesi ve kaderi dile bağlıdır. Çünkü ilk çağlardan beri “insanın kelimelerle düşündüğü” anlayışı, ortak bir hakikat olarak kabul görmektedir. Yakasını “kelime anarşisine” kaptırmış bir eğitimle, matematikte ve fizikte bile karşılıkları iki de bir değişen kavramlarla ilim, felsefe ve tefekkür yapılamaz.
Bir ülkenin ana dili üzerinde oynanan kötü emelli oyunları, o ülkenin kendi kendine harp açması olarak değerlendiren Tarık Buğra, Türkçeyi korumaya yönelik faaliyetlere acilen başlanmadığı takdirde, Türkçenin nerede ise jest, mimik ve tek heceli nidalardan, bir takım işaretlerden müteşekkil kaba bir anlaşma vasıtası haline geleceğini söyler.
Tarık Buğra arı bir dil meydana getirme iddiasını “dil ırkçılığı” ve “tasfiyecilik” olarak görür. Birkaç kelimelik Orta Afrika ve Avustralya’daki kabile dilleri hariç “arı dil” olmadığını söyler.
Tarık Buğra, “öztürkçecilerin” dilin ne olduğunu bilmediklerini, dolayısıyla dili bir kelimeler ambarı sandıklarını belirtir. Bu anlayışın yanlış olduğunu şu cümlelerle ortaya koyar: “Öyle bir cümle yazarsınız ki içinde bir tek Türkçe kelime bulunmaz, ama Türkçedir, gene öyle bir cümle yazarsınız ki, bütün kelimeleri ‘aba en ced’ Türkçedir, ama kendisi Türkçe olmaz; öztürkçeciler işte bunu bilmiyorlar. Daha kötüsü aralarında bilmek, anlamak istemeyenler de var. Bu yüzden de yapmak istedikleri ve yapacakları şey – düpedüz – Türk düşünce ve sanat hayatlarını, kitaplarını ateşe vermekten yani Hulâgû barbarlığından, vandallığından başka bir şey değildir.”
Tarık Buğra, 4 Nisan 1960 tarihli Tercüman gazetesindeki yazısında öztürkçecileri kastederek “kiralık katiller” başlığını koyar ve yazısını şöyle bitirir:
“Sözün kısası bu arıcılar, bu öztürkçeciler başka hiçbirşey değil, kiralık katillerdir: Kitaplarımızı kundaklamak için tutulmuş – veya kandırılmış – kiralık katiller. Ne kadar usta ve üstün sanatçımız varsa arkadan bıçaklamak, kitaplarını ateşlemek için tutulmuş – veya kandırılmış – katiller…”
Tarık Buğra, kelimeler üzerinden toplumu parçalama gayretlerine de dikkatleri çeker. Bazı odakların bazı kelimeler üzerinden nasıl bölücülük yaptıklarını şöyle anlatır:
“Şehir mi diyeceksiniz kent mi? Şehir dediniz mi gericisiniz. Osmanlıcayı tutuyorsunuz, Türkçenin ve Türklüğün düşmanısınız. Kent diyince de ilerici olursunuz, devrimci olursunuz, Türkçeden ve Türkiye’den yana olursunuz.”
Bu sözlerin insanı çileden çıkardığını söyler. “Şehir” kelimesini atıp “kent”i koyarak Türkçeyi yabancı dillerin baskısından kurtarıp arı bir dil yapacaklarını söyleyenleri “zibidi” olarak ifade eden Buğra, “kent” kelimesinin arıcıların iddia ettiği gibi Türkçe olmadığını belirterek asıl “şehir”in Türkçe olduğunu söyler. Şehir kelimesini unutmakta ne kaybedeceğimize dair küçük bir zihin yolculuğu yaptırır:
“Biz de biliyoruz ‘şehir’ yerine ‘kent’ dersek kıyamet kopmaz; hatta köy evinden bir sıva parçası bile dökülmez. Ama ‘şehir’ kelimesini bir kere gömdük mü Tampınar’ın bir büyük eseri yani Türk kültürünün o eşsiz ‘Beşşehr’i kaybolup gider.. Eskişehir, Viranşehir de ne olur?”
Tarık Buğra dilde oynanan oyunları belirli bir gayeye matuf olduğunu söyler. Çünkü bu işi yapanlar; “sebep, bütün, şiir, hikaye, millet, şehir, hürriyet, kitap, fikir, hakikat…” gibi aralarında özbe öz Türkçeler’de bulunan binlerce kültür kelimesi üzerinden bu emellerini gerçekleştirmektedir. Asıl maksat kültür ve medeniyet mirasımızı dinamitleyerek halkımızı köksüz bırakmaktadır. “Kelimelerin öldürülüşü demek, o kelimeyi kullanmış olan nesillerin öldürülüşü demektir.“
Kültür ile dil arasında sıkı bir münasebet vardır. Çünkü: “Kültürü dilden ayrı düşünmek, bu iki kavrama birden aykırı düşer. Kültür ile dil iç içedir; kaderleri ikizdir: Birbirinin seviyelerini, zenginliklerini, asaletlerini sınırlarlar. Dil kültürü yetiştirir, kültür de onu geliştirir, sağlamlaştırır, millileştirir.”
A. Osman Dönmez