Dil ve EdebiyatTürk Dili

Suçlu Kim?

K

ıyasıya bir savaştı bu, Haç’la Hilâl’in, Batı’yla Doğu’nun, iman’la inkâr’ın savaşı.. Hisarlar düşüyordu birer birer. Dost düşmana karıştı. Müstağripler bir ağızdan haykırıyordu: Teceddüt, teceddüt..

   Nihayet İstiklâl Savaşı… Yangın alevleri içinde doğan genç bir devlet. Evet, çetin bir imtihandan yüz akıyla çıkmıştık. […] Batı’nın silâhlı saldırısını püskürtmüş, Batılılaşma sevdasından kurtulamamıştık. Avrupa vazgeçmemişti avından. Aydınlar, devrilen hisarlar karşısında sevinç çığlıkları atıyordu. Düşmanın teslim alamadığı tek kale kalmıştı: hafıza, yani dil. Bugünü düne bağlayan köprü uçurulmadıkça tarihten koparılamazdık.

   [Dilde] yapılması gereken: Lafızları sağlam mefhumlara bağlamak, dilin mazbut bir kâmusunu vücûda getirmektir. Başka bir deyişle, olanı korumak, yeni ihtiyaçları karşılamak için yeni ıstılahlar yapmaktır. Dilde ırkçılık yapmağa kalkışmak çılgınlık. Harf devrimi, kütüphaneleri tuğla yığınına çevirir, irfanımızı düne bağlayan köprüler uçurulmuştur.  Ummanı ırmağa bağlamak isteyen bu allâmeler, bin yıllık tarihimizden habersizdirler. Bir medeniyet emr-i yevmîlerle değiştirilemezdi.

   Dil’de inkılâp olmaz. İhtiyar tarih, dünyanın hiçbir ülkesinde böyle bir çılgınlığa şâhit olmamıştır. Toplum geliştikçe dil de gelişir. Osmanlıca diye bir dil yoktur. Osmanlıca, Anadolu’ya yerleşen ve İslâmiyeti benimseyen Türkler’in dilidir. Yani, hâlis Türkçe’dir, Batı Türkçesi.

   Elbette ki her dil, yeni bir mefhuma, yeni bir karşılık bulmağa çalışacaktır. Çılgınlık, dilin öz malı olmuş lafızları, kökleri Arapça veya Farsça’dır diye kovmağa kalkışmak. Birincisi inşâ, ikincisi tahrip. Cedlerimiz, buldukları yeni kelimeleri devlet zoruyla kabul ettirmediler. Her buluş bir teklifti sadece. Osmanlı’nın “tilcik” üretmeğe memur ulema-yı rüsûmu yoktu.

   Osmanlıca sözler niçin kovulmalıymış, biliyor musunuz? Yeni harflerle yazılamıyormuş da… Ne dâhiyâne gerekçe! Dil alfabeye uymuyor diye bin yıllık dile kıyacağız.. Buna alfabe değil Proküst yatağı derler. Dünyanın iki büyük inkılâbı, yani 1789 ve 1917, […] bütün müesseseleri yerle bir etmiş ama dile dokunmamış ikisi de.

   Genç hâfızalara yerleştirilen “tilcik”ler üredikçe üremiş, nesillerin zevk selâmetini bozmuş, onları tarihlerinden ve mukaddeslerinden koparmıştır.

   Bu ülkenin aydınları yıllarca tek hürriyet tanımışlar: Dillerini tahrip hürriyeti. Tefekkür yasaklanmış, irfana sadâkat, vatan ihâneti sayılmıştır. Zekâları felce uğratan bir devrimdir bu…

(Cemil Meriç, Mağaradakiler, İletişim Yayınları, İstanbul : 2003, 10. Baskı, s. 263-270.)

Cemil Meriç

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128