Türkistan

Kazakistan’daki Kaosun Sebebi

K

resim

azakistan’da meydana gelen müessif hadiseler başta Türkiye olmak üzere bütün Türk Dünyasını endişe ve üzüntüye sevk etti. 

Sovyetlerin dağılmasından sonra kurulan Türk cumhuriyetleri içinde en müreffeh ve huzurlusu Kazakistan’dı. Bunda da kurucu ve ilk cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in büyük rolü vardı. Burada sadece birini zikredelim: Küçük bir merkez olan Akmola’da dünyanın en modern şehirlerinden biri olan başkent Astana’yı  inşa etti. 

Kazakistan’da bu hadiselerin çıkmasında yabancı istihbaratların rolü olabilir. Ancak; küçük çaplı gösterilere aniden katılan ve kendi resmi binalarını yakan-yıkan, iş yerlerini talan eden on binlerce insan da kendi öz halkıydı.  Sovyetler’den sonra pek çok kalkınma hamleleri yapıldı. Fakat, halka tarih şuuru, milli şuur verilemedi. Çarlar ve Stalin zamanında yapılan zulüm, işkence, sürgün, katliamlar; açlıktan korkunç ölümler millete anlatılmadı. Anlatılsaydı, öğretilseydi  sadece “zamlar”dan dolayı kendi şehirlerini harabeye çevirmezlerdi. 

Bu makalemizde Stalin zamanında Kazakistan’da yaşanan insanlık tarihinin en büyük korkunç açlık faciasından biraz bahsedenim: 

Sovyet komünist lider Stalin zamanında (1920-1933 yılları arasında), Kazakistan halkının iki defa yaşadığı büyük açlık faciası, insanlık tarihinin en büyük trajedi ve soykırımlarından biridir. Bu facia, Kazak nüfusunun yaklaşık yarısının ölümüne sebep oldu. Komünizm devrinde bu facia hakkında konuşmak, yazmak yasak olduğundan, dünya kamuoyu bundan habersizdi.

Bu hususta ancak, Sovyetlerin dağılmasından sonra Türk cumhuriyetlerinde daha yeni yeni makaleler, kitaplar yazılmaya, filmler çevrilmeye başlanıldı. Günümüzde Kazak aydınları S. Eluvbay, T. Omerbekov M. Tatimov, T. Jurtbay, P. Ayagan, bu konuda ciddi araştırma yapmakta ve yazılar kaleme almaktadırlar.

S. Eluvbay diyor ki: “Hem 1920’li yıllardaki hem de 1930’ların başındaki açlık faciası, komünist iktidarın eliyle programlı olarak gerçekleştirildi. Planlı oldu diyorum çünkü Kazakistan’da Goloşyekin idaresindekiler, halkın ahırından hayvanlarını, kilerinden günlük yiyeceklerini, hatta o gün yemek için pişirdikleri yemeği sofradan veya kazandan toplattırmışlardı. Bu dediklerimi, bizzat yaşayan şahitlerden dinledim. Sovyet rejimi, halkın yaşadığı bu büyük açlık felaketini yok saymak için arşiv belgelerini raftan kaldırarak, halkın sesi olan yazarları susturarak, faciayı unutturmaya çalıştı.”

Smagül Eluvbay’ın bu büyük açlık faciasını dile getiren 1930’lu yıllarda yazdığı “Ak Boz Üy” romanı ancak Sovyetlerin dağılmasıyla 1990 yılında basılabildi. Bu roman 2015 yılında Gülzade Temenova tarafından Türkçeye tercüme edilerek “Arasat Meydanı” adıyla yayımlandı. Bu romanın “Kazakfilm” tarafından filmi de yapıldı.

Kazakistanlı Rus yazar Valeriy Mihaylov Fedoroviç, 1990 yılında Sovyetlerin son cumhurbaşkanı M. Gorbaçov’un sansürü kaldırmasından hemen sonra yayınlanan “Hronika Velikogo Djuta” (Büyük Afetin Kronolojisi) kitabında bu büyük açlık faciasından bahsetmektedir. 

Konuşulması Dahi Yasaktı!

Bu kitapta V.M. Fedoroviç diyor ki: “1930’lu yıllarda yaşananlar hakkında ancak 1980’lerde birazcık bahsedilmeye başlandı. Sovyet rejimi yıllar boyunca bu hususun konuşulmasını yasaklamıştı. Ancak açlığı yaşayan insanlar bu yaşadıklarını hiç unutur mu? Açlığın canlı şahitleri her zaman aile ortamında çok gizli bir şekilde yaşadıklarını anlatabiliyorlardı. Sovyetler dağılınca bu husus ancak konuşulmaya başlandı. 1980 yılından itibaren kitabı yazmak için hazırlıklara başlamıştım. Kolay olmadı tabii… Girişi serbest olan Devlet arşivlerinde, açlık hakkında neredeyse hiç malzeme yoktu. Sanki 1930’lu yıllarda Kazakistan’da böyle bir hadise olmamış gibiydi. 

Gerçek belgelerin bulunabileceğini tahmin ettiğim arşivlerde araştırma yapmaya hiçbir şekilde izin verilmiyordu. Halbuki Kazakistan Komünist Partisi özel arşivlerinde çok belge ve bilgi bulunuyordu. Ben insan eti yeme hadiselerinin her birinin Devlet Güvenlik Komitesi tarafından fotoğraflarının çekildiğini, detaylıca açıklandığını ve resmî olarak belgelendiğini biliyordum. Ancak Komite, ‘Bizde hiç bilgi yok.’ diyordu. Bu sebepten, o yıllarda sayıca daha fazla olan, bizzat açlık çekenlerin yaşadıklarını birinci ağızdan, yani başka bir deyişle “Canlı Belgeleri” toplamaya karar verdim. Sonra millî kütüphanedeki 1920-1930 yıllarında çıkan bütün gazeteleri inceledim. Böylece pek çok belgeye ulaştım.

Kazakistan’ın bazı bölgelerinde halkın kolhozlaştırmaya karşı nasıl direndikleri, ayaklananların nasıl yok edildiği hakkında Goloşyekin’in konuşmalarının metinleri mevcuttur. Basit bir ifadeyle açlık çektikleri için hükümetten yiyecek talebinde bulunan insanlar anında kurşuna dizilmiştir. Hükümetten gıda isteyenler haydutlar olarak adlandırılmıştır.”

Kazakistan’ın bağımsızlığından sonra yapılan araştırmalarda, 1920-1930 yıllarında 4,5 – 5 milyon Kazak Türkünün açlıktan öldüğü anlaşıldı. Tabii ki, ikinci defa tekrar eden açlık felaketini önlemek mümkündü. Ancak Sovyet iktidarının esas gayesi çeşitli şekilde,  öteki olarak bildikleri halkları esir etmek, hatta mümkünse yok etmekti. Halbuki 1931-1933 yıllarında buğday ambarları boş değildi. Halka yetecek kadar buğday, et, hayvanları koruyacak kadar yem, ot stoku vardı. Fakat bunları bilerek halka dağıtmadılar. (Prof. Dr. P. Ayagan)

Eğer bu büyük açlık faciası olmasaydı bugün yaklaşık 20 milyon dolayında olan Kazak nüfusu takriben 40 milyon civarında olabilirdi. 

Son olarak bu büyük facia Damira İbrahim ve Vahid Türk’ün hazırladığı “Kızıl Kıtlık”  kitabında dile getirildi. 

Bu kitapta Stalin’e ve bazı komünist liderlerine yazılan mektuplar; açlık çekenlerin yaşadıkları facialar ile ilgili hatıralar kaydedilmiştir. Kitap önce Kazakistan’da yayınlandı daha sonra 2016 yılında Türkçe’ye tercüme edilerek basıldı.

Facianın Sebebi Kolhozlaştırma

1917 yılında, komünist ihtilalinden sonra Sovyet rejimi kolhoz denilen çiftlikleri kurdurdu. Köylülerin bütün arazileri ve hayvanları ellerinden alındı. Çiftçi ailelerin bütün fertleri de bu kolhozlarda boğazı tokluğuna çalışmaya mecbur edildi. Asırlardan beri göçebe olarak yaşayan Kazakistan halkı, hayvanlarının elinden alınmasıyla adeta ölüme terk edildi. Kolhozlaştırmanın esas maksadı ise nüfus politikası idi. Çarlar zamanından beri Ruslar her fırsatta Kazakistan bozkırlarında Rus nüfusunu çoğaltmaktaydı. 1917 komünist ihtilalinden sonra bu politika daha katı bir şekilde yapıldı. Kazaklar devamlı surette bu uygulamaya karşı çıktılar ise de bir türlü başarılı olamadılar. Böylece Kazak nüfusu aç bırakılarak, öldürülerek, yurtlarından terk ettirildi. Bu bakımdan ihtilalden sonra da Kazak nüfusu azalmaya, Ruslar çoğalmaya devam etti. 

Kazak Komünist Liderden Stalin’e Mektuplar

Büyük açlık faciası hakkında Komünist Partisi’nin mahallî Kazak liderleri ve halk tarafından Stalin’e gönderilen mektuplar Rus arşivinde bulunmaktadır. Kazakistan SSBC Merkez Komitesi yönetiminde bulanan ve kendisi de Kazak olan Turar Riskolov, Stalin’e hitaben yazdığı mektupta açlıktan dolayı büyük göçler ve ölümler olduğunu belirterek şöyle diyordu: 

“Stalin yoldaş; yurtlarını terk ederek başka yerlere göç edenlerin çoğu yollarda ölmüş. Aç insanlar boğazından geçen her şeyi yemektedirler. O civarda kedi ve köpek hiç kalmamış, ne kadar hayvan varsa avlanmış. Kazakların yaşadığı çadırların etrafında köpek, kedi ve ufak başka hayvanların defalarca kaynatılmış kemikleri saçılmıştır. Göç etmeye mecbur olanların çoğu, çocuklarını rastgele yerlere bırakmak zorunda kalıyorlar. Başka yerlere göç edenler arasında çocuklarını beraberce götürebilenler yok denecek kadar azdır. Kazakistan’ın şehirlerinde, demiryolu istasyonlarında barınaksız, kimsesiz çocuklar kalabalıklar halinde dolaşıyorlar. Resmî kuruluşların verdiği bilgilere göre 1932 yılının sonunda kimsesiz kalan 50.000 Kazak  çocuğu herhangi bir yere yerleştirilmemiştir.”

Turar Riskolov, Sultan    Galiyev gibi Stalin’e yakın bir politikacı ve üst yöneticilerden idi. Daha sonra komünist rejim tarafından ortadan kaldırıldı. Hiçbir izi ve esamesi kalmadı.

Açlık Faciasını Yaşayanlardan Bazı Hatıralar

B. Agıbayev: O sene Torgay Nehri kurumuştu. Halkın elindeki gıdaların hepsi tükenmişti. Torgaylılar yurtlarını bırakıp yiyecek derdine düştü. 1930-1932 yıllarının kış ayları idi. İnsanlar kalabalıklar halinde çocukları ile birlikte bir yerden başka bir yere rast gele akın ediyorlardı. Hepsinin açlıktan vücutları şişmiş, kötü görünüşlü idiler.  Gece veya gündüz gittikleri yol üzerinde ahırda veya dağda bir hayvan gördüklerinde aniden ona saldırıyor, hemen boğazlıyor veya kaçmaması için hayvanın ayaklarına bıçak vuruyorlardı. Şayet yolda ilerlerken atlı birine rastlarlarsa adama selam verir gibi yaparak onun etrafını sarıyor ve bindiği hayvanın karnına bıçak sokup hemen oracıkta karınlarını doyuruyorlardı.  

Saliha Dostmuhambetova: Babam çok cüsseli biriydi. Mezara konduktan üç gün sonra kabri açılmış, aç insanlar babamın cesedini talan etmişler. Ölen kocasının açlar tarafından yenildiğini öğrenince iyice korkan annem, beni sırtlayarak Janaarka şehrine yetimhaneye götürmüş. Zura ismindeki bir abla, yatarken beni kucaklayarak yatardı. Meğer aç insanlar, geceleri çocukları yemek için çalıyorlarmış. 

Düysen Asanbayev: Açlıktan herkes başka bir yere gidiyordu. Biz de Kırgızistan’a doğru yola çıktık. Yolda çok çile çektik. Babam hastalandı. Küçük kız kardeşimi babamın yanına bırakıp annemle tarlalarda başak aramaya çıktık. Başak dediği tarlalarda bulduğumuz tek tük buğday tanesiydi. Toz toprak içinde bir dane bulununca seviniyorduk. Tarlalar aç insanlarla dolup taşıyordu. Hele bir gün hiçbir şey bulamamıştık.  Boğazımızdan iki gündür bir şey geçmemişti. (Kızıl Kıtlık, Damira İbrahim- Vahit Türk)

Tatyana Nevadoskaya:  1930’lu yılların başında doktor olan babası ile birlikte Almatı’da bulunan 19 yaşındaki Rus kızı T. Nevadoskaya, Almatı sokaklarında açlıktan kıvranarak ölen insanlara şahit olmuş ve onların dayanılmaz acısını yüreğinde duymuştur. Gördüğü korkunç manzarayı günlüğüne not etmiş ve kara kalemle resmetmeye çalışmıştır. Çok etkilendiği bu açlıktan ölen insanların halini anlatan bir de şiir yazmıştır. Nevadoskaya, gençlik hafızasında silinmez izler bırakan bu olayı unutamamış ve yıllar sonra, 1990 yılında Almatı’ya gitmiş, 1933’te tutuğu günlüğünü, yazdığı şiiri ve o günkü faciayı anlatan, kendi çizimi olan resimleri Kazakistan Devlet Arşivine teslim etmiştir.

Kazakistan hürriyetine kavuştuktan sonra Türkiye ile çok iyi münasebetleri oldu. Yüzlerce Kazak genci Türkiye’de öğrenim gördü. Pekçok Türk vatandaşı da Kazakistan’da iş kurdu. 

İlgili Gönderiler

1 / 63