Kafkasya - KırımMakaleler

İkinci Cihan Savaşından Sonra Kırım Türklerinin Hazin Akıbeti

K

ırım Türkleri Stalin zulmünden kurtulma ümidiyle Almanya saflarında savaşa katıldı. Savaş sonunda esir düşenler, Rusya’nın talebi, Londra’nın kararı üzerine aileleriyle ölüme yollandı. Her sene mayıs ayı sonunda Almanya’da yaşayan Müslümanlar mahiyetini fazla bilmedikleri bir anma töreni için Münih Camii’nde bir araya geliyor.

İkinci Dünya Savaşı sırasında Alman orduları geri çekilirken onlarla birlikte göçmen olarak Avrupa’ya gelen; savaş sonunda yerleştirildikleri topraklarda müttefiklere esir düşüp Rus infaz birliklerine teslim edilen 7000’i aşkın insan Kur’an ve mevlid okunarak anılıyor. Türkiye’de olan bitenleri hatırlayan, bilen kalmadı “Mavi Alay“ı… Devletin “derin” arşivinde onlarla ilgili bilgiler kuşkusuz var; ancak, Ankara suçluluk duygusuyla 1945 faciasının unutulmasını istiyor.

Göç ve Esaret

Ankara’nın da yüreklendirmesiyle Almanların safında yer tutmanın Kırım’a ve Kafkaslar’a özgürlük getireceğini sanmıştı oralarda yaşayan Türkler, Naziler de savaşçılıklarından ziyade istihbarat elemanı olarak ve yaşadıkları coğrafyaya hâkimiyetlerinden yararlanıyorlardı.

Ne var ki 1944’te ibre tersine dönüp de Almanların geri çekilmesi başlayınca Türkler bulundukları topraklarda Ruslar’ın kendilerine hayat hakkı tanımayacağı düşüncesiyle kafileler halinde Alman ordusuyla birlikte Avrupa’ya göç ettiler. Yerleştirildikleri ilk coğrafya da Kuzey

İtalya’daki Pazulla bölgesiydi.

Kafkasya’da yaşadıkları coğrafyaya benzeyen dağ köylerine dağıtılmışlardı. Burada yeniden düzen kurabilecekleri umudunu taşıyorlardı. Ama beklendiği gibi olmadı. Müttefiklerin İtalya harekâtının gelişmesine paralel olarak Türkler Alman ordularının daha hâkim göründüğü Avusturya’ya göç ettirildi. Gönderildikleri yer Karnten bölgesinde Ober Drauburg çevresiydi. Drau Nehri kıyısında kurulan çadırlarda, derme çatma barakalarda aileler kalıyordu. Irschen Köy’ünden Delach’a kadar olan alana yerleşmişlerdi.

İngilizlere Aldandılar!

Ancak burada da huzur bulamadılar. Düzen tutturmaya çalıştıkları sırada Avusturya’nın işgalinde görev yapan 8. İngiliz Ordusu’na esir düştüler. Aslında bu esaret dahi “kurtuluş” gibi görünüyordu. Almanya’yla birlikteliğin kendilerini yurtlarından ettiğini görmüşlerdi, Ruslar’ın eline düşerlerse katledileceklerini biliyorlardı. Avusturya’da yerleştirildikleri bölge onları bütün saldırılara açık hale getirmişti.

İngiliz idaresinin kendilerini ister orada tutsun, ister adaya götürsün canlarını kurtaracağını sanıyorlardı. Birçoğu İngiliz komutanlığının müsamahasıyla Türkiye’deki akrabalarıyla temasa geçip Anadolu’ya göç edebileceği ümidine kapılmıştı. Akrabası olmayanlar dahi İngilizler’in izin vermesi halinde Ankara’nın kendilerini mülteci olarak kabul edeceği düşüncesiyle dilekçe hazırlamanın derdindeydi. Ama yanıldılar.

Bir aya yakın süre ihtiyaçları karşılanan ve kamp hayatına uyum sağlamaya çalışan Türkler, Londra’dan gelen, “Rus birliklerine teslim edilmelerini öngören” emirle neye uğradıklarını şaşırdılar. Bu kurtuluşu beklerken ölümle yüz yüze gelmekti. 28 Mayıs 1945’te karar tebliğ edildi.

İngilizler esirleri Sovyet birliklerine teslim etmek zorunda olduklarını, ancak Moskova’dan öldürülmeyeceklerine dair güvence alındığını açıkladılar. Oysa böyle bir güvence yoktu. Türkler bu tebliğ yapılırken bir yandan da kelepçelenerek İngiliz birliklerinin kontrolünde bir başka kampa Dellach’a nakledildiler. Buraya esirleri teslim alacak Rus askeri konvoyları da gelmişti.

İngiltere’nin kararı Dellach kampındaki Türkler için katliamla eş anlamlıydı. Zaten Rus birliklerine esir Türklerin savaş suçlusu oldukları ve teslim alındıktan sonra haklarında verilmiş genel emir gereği kurşuna dizilecekleri bildirilmişti.

İngiliz askeri heyeti sadece kimlik tespitlerini uzatıp binbir ayrıntı üzerinde durarak zaman kazanmaya ve mukadder akıbeti geciktirmeye çalıştı. Bu arada Ruslar firarlardan İngilizleri sorumlu tutacaklarını açıkladıkları için kamp yönetiminin yapabileceği bir şey de kalmamıştı.

 

Türklere verilen tek seçenek Ruslara teslim olmaktansa bahar mevsiminde azgınca akan Drau Nehri’ne kendilerini atmalarıydı.

Önce onlarca kadın çocuklarının ellerini tutup nehre atladı. Onları ailece suya atlayan gruplar takip etti. Kamptan dualar, çığlıklar yükseliyordu. Nehre girenler girdaba kapılıp kısa sürede boğuldular. 7000 kişiden üç bini bir hafta içinde intihar etti.

Sağ kalanlar Ruslar tarafından kafileler halinde yola çıkarıldılar. Ancak kafilenin Rusya’ya yaya olarak götürülmesi mümkün olmadığı ve Doğu Avrupa’da tren yolları tahrip edildiği için zorunlu olarak Türkiye üzerinden taşınmaları kararı verildi.

Sonuçsuz Kalan Sevinç

Türkiye’ye gitmek, esirleri, Rusya’ya teslim edilecekleri kararı geçerliliğini koruduğu halde ümitlendirmişti. Ana vatanın onları ölümün kucağına atacağını düşünmüyorlardı. Bir şekilde diplomatik teşebbüsler neticesinde Anadolu’da kalacaklarını ümit ediyorlardı. Hepsi güçlükle temin edilen trene bu hayalle bindi. Edirne’ye yaklaştıkça esirleri sevinç dalgası kapladı.

Ruslar’ın vagonlarda havalanma pencerelerini kapatmalarını dahi fazla önemsemediler. “Birkaç gün içinde Türk yetkililer kapıları açar ve bizi çıkarır. Göstermelik olarak bir süre mahkûm gibi tutarlar belki. Kurdukları kampı Ruslara gösterirler falan ama sonra serbest kalırız” diyorlardı.

Bu hayal de bir anda yıkıldı. Türk sınırından girmelerine rağmen ne vagon kapıları açıldı, ne de kömür ve su ikmali hariç, tren yoluna devam etti. Adeta Ankara, Rus baskısı altında kuşatılmıştı. Zihinlerden, gönüllerden geçen ne olursa olsun bu Moskova’nın temsilcilerine iletilemedi bile.

  

Barajın Dili Olsa

Türkiye tarafsızlık siyasetini terk edip son anda müttefikler safına katılmış Almanya’ya savaş ilan etmişti ama bu konuda Londra’nın desteği olmadığı takdirde bir şey yapamayacak haldeydi.

Londra kendi derdine düşmüştü, Ruslar’dan esir Türkler lehine talepte bulunmayı aklından geçirecek durumda değildi. Tren Doğu Anadolu’da ilerledikçe esirlerin ümitleri önce şüpheye dönüştü, sonra panik başladı. Vagonlara muhafız olarak konulan askerlerden kendilerini vurmalarını isteyenlerin sayısı giderek artıyordu. Subaylar Ankara’dan gelen kesin emirle vicdanları arasında zorlanıyorlar, çaresizlik içinde kıvranıyorlardı.

Esirler Kars’a ulaşıldığında, subaylara “Bizi Ruslar öldüreceğine siz vurun” diye yalvardılar. Askerlerin sinirleri isyan edecek kadar gerilmişti. Kırılan vagon kapaklarından bazı esirler kendilerini Serder Abad Kızıl Çakçak baraj gölüne attılar. Bir kez daha intihar izni çıkmış gibiydi. Ama 2000 kişi baraj gölünün öte yakasında Rus muhafızlara teslim edildi. Ve Ruslar kafileyi Türk delegelerin orada bulundukları sırada gruplar halinde kurşuna dizmeye başladılar. Bu işi Son esir öldürülene kadar aralıksız sürdürdüler. Ankara tek bir tepki gösteremedi.

 

Olay delegeler tarafından rapor edildiğinde de bu ayıbın üstü örtüldü. Tutanaklar o gün bugün açıklanmadı. Avusturyalılar tanık oldukları katliamın hatırasına Irschen Köyü’nde otoban yanında küçük bir anıt yapıp her sene mayıs ayı sonunda ölen insanların hatırasını canlı tutmaya dönük törenler düzenlediler.

Türkiye ise bu olayı hatırlatacak bir taş dikmekten dahi imtina etti. Belki utançtan belki umursamazlıktan… Oysa bu insanları Almanya yanında saf tutmaya yönlendiren organizasyonun gerçekleşmesini Berlin’e karşı “iyi niyet gösterisi” olarak kullanan Ankara’ydı.

Avni Özgürel

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242