MakalelerMedeniyetimiz

Geçmişimizle Barışma Zamanı

G

resim

eçmişimizi savaşlardan ibaret sanıyoruz. Tarih adına öyle şeyler öğrettiler ki, akla ziyan: Asker savaşıyor, saray eğleniyor, halk çalışıyor, memurlar rüşvetle iş görüyormuş…  Bunlar külliyen yalandır! İsterseniz geçmiş toplum yapımızı Batılı yazarlardan okuyalım… 
“Türk memurlar arasında ahlâken bozuk kimseye rastlayamazsınız. Onlar doğruluğu faziletin temeli sayarlar. Bu sebeple verdikleri sözü daima tutarlar.” (Th. Thornton, Etat actuel de la Turquie, 1812 Paris, c. 2, s. 323-324)…
Türk düşmanı İngiliz (İskoç) yazarlardan Charles Mac-Farlane ise şöyle diyor: 
“Türklerin doğruluklarıyla namuskârlıkları ne kadar övülse azdır… Hamallar Galata bankalarından limandaki gemiye para taşırlar. Fakir olmalarına rağmen, şimdiye kadar hiçbir hamal, tek kuruş çalmamıştır. Bunun sebebi Türk Milleti’nin darbımesel haline gelmiş namusluluğudur.” (Constantinople et la Turquie, c. 1, s. 267-268, Fransızca tercüme, Paris 1829)…
Aynı yazar ibretlik bir olay da aktarıyor: 
“Galata’nın Rum tüccarlarından biri İstanbul’dan hep beşlik olarak ikibin kuruş getiriyordu. Tophane iskelesine çıkarken torba yırtıldı. Paralar rıhtımın üstünde darmadağın oldu… Orada bulunan herkes paraları toplamaya başladı. Kayıkçılar denize düşenleri çıkardılar. Ben paraları alıp gideceklerini düşündüm, ancak öyle olmadı. Herkes topladığı kadarını getirip tüccara vermeye başladı. Rum tüccar sabırsızlıkla kuruşları saydı. Tek kuruş eksik değildi.” 
Yine Türk düşmanı bir Fransız yazar şöyle diyor: 
“Türklerde sanki bir namus hazinesi var. Doğruluğu insanlığın temeli sayarlar ve sözlerini mutlaka tutarlar.” (Henri Mathieu, La Turquie et ses differents peoples, Paris1857, c.2, s. 52-53)…
Sıra İsveç elçisi Mouragea d’Ohsson’da: 
“Türkler ihtiyar ve çocuklara hürmet ve riayet gösterirler. Hatta iyilik yapmayı o kadar ileri götürürler ki, leyleklerle kırlangıçlar, kovulma endişesi taşımadan Türk evlerinin çatısına yuva kurabilirler. Bu vaziyet Allah’ın bir tür inayeti ve ihsanı sayılır.”
Şimdi Fransız şair-yazar Lamartine’den bizim eski halimize ilişkin temel bir tespit:
“Türkler, Araplar gibi çok konuşmazlar. Dünya zevklerine önem vermezler. Tabiattan aldıkları zevkle yetinirler. Dalar, düşünür ve dua ederler. Bu millet filozof bir millettir. Allah her daim onların fikrinde ve zikrindedir…” (Tableau general de l’Empire Othoman)…
Comte de Bonneval, Osmanlı’yı cihan fatihi yapan sistemin özüne dikkat çekiyor: “Türk’ün fazileti, imanından gelir… Zaten ancak böyle bir imanla dünya fethedilebilirdi” (c.1, s. 24)…
Fransız gezginlerden M. de Thevenot meşhur seyahatnamesinde şunları yazıyor: “Türklerin en büyük kusuru kendilerini bütün milletlerden üstün ve cesur saymalarıdır. Dünyayı sırf kendileri için yaratılmış yer olarak düşünürler. Bu yüzden diğer dinlere mensup milletleri biraz küçümserler.” (Relation d’un voyage fait au Levant, Paris, 1665, s. 112)…
Belli ki, Osmanlı varlığını diri tutan dört ayak var: Birincisi “iman”, ikincisi “ahlâk”, üçüncüsü “fazilet”, dördüncüsü “özgüven”dir.
“Nasıl düzeliriz?” sorusunun cevabı da bu maddelerdedir…
Kısaca, geleceğimiz geçmişimizde saklıdır! 

Yavuz Bahadıroğlu

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242