MakalelerMedeniyetimiz

Evlad-ı Fatihan’dan Arşivcilerin Piri: Muallim Cevdet

K

ültür tarihimizin sabah yıldızlarından,
nadir yiğitlerinden birisi de Evlâd-ı Fatihan’dan Muallim Cevdet’tir. 1876
Osmanlı-Rus harbinin ardından, Rumeli topraklarından sökülüp Anadolu’ya gelmiş
ve Bolu’ya yerleşmiş muhacirîn Türk ailelerden birinin çocuğudur.  

7 Mayıs 1883 tarihinde Bolu’da
doğdu. İlk ve orta eğitimini burada, lise eğitimini Kastamonu’da tamamladı.
1900 yılında İstanbul’a gelerek Hukuk Mektebine girdi. Bir yıl devam ettiyse de
ikinci yıl bazı ailevi zaruretler sebebiyle Daru’l-Muallimîne geçti ve buradan
birincilikle mezun olup öğretmenlik diploması aldı.

27 yaşında ata yurduna bir
seyahatte bulunur ve gördüklerini şöyle anlatır:  

“Dedemin dergâhı Niş Kalesi’nin
biraz berisinde (Nişava) suyu üzerinde kâin imiş. 1910’da Niş’e seyahatimde
beni gezdiren ihtiyar Nişli yerini gösterdi. Sırp Belediyesi Niş’in birçok
evlerini yıktırarak, camilerini kaldırarak, sokaklarını düzleyerek şehri tecdid
ettiği gibi dergâhı da mahvederek yerini millî bahçeye ilhak etmiş.

Babam dergâhın semahânesinde
cereyan eden ahval-i dervişâneye dair ne hikâyeler söylerdi. Nazarımda tecessüm
etti. Firaklı firaklı ayrıldım. Dedem Şeyh Said Efendi’nin, diğer dedem
Abdurrahman Efendi’nin, büyük ninemin kabirlerini ziyâret etmek istedimse de
bunların bulunduğu mezaristanı belediye tamamen tesviye ile nişane-i İslâmiyet
bırakmamış. Niş’de bu kadar çok camilerden yalnız Belgrat mahallesindeki cami
kalmış.”

Ah! Ne yer kalmış, ne yâr, ne
eser demek! Mezaristanı bile dümdüz etmişler. Orada yüzyıllarca yaşanmış İslâm
ve Türk hayatına dair her şeyi silmişler. Geçmişinin mezarını bile yerinde
bulamayan üstat Muallim Cevdet’in tahassürünü düşünün… Beş yüzyıl yaşadıkları,
şefkat, merhamet, medeniyet, adalet ektikleri topraklardan sürülmüşler,
kovulmuşlar, hakarete uğramışlar… Hakları teslim edilmemiş, destanları,
dramları, hikâyeleri, romanları yazılmamış…

Bir yandan firkatlerin,
bunalımların, mahrumiyetlerin, hastalıkların, cehaletin, nankörlüklerin
getirdiği şartlara dayanmak var, diğer yandan Bulgaristan’a “okkası üç kuruş on para”ya satılan,
sokaklarda, rüzgârın önünde, çocukların ellerinde uçuşan arşiv evrakının
peşinden koşmak… Belki de bunların acısı Niş’de yaşadığı tahassürün kat be kat
üstünde olmuştur. Belki bu kırgınlıktan ve yorgunluktan dolayı yalnızlığı
sever, bazen her şeyi bir kenara bırakır, İstanbul’un güzel bir köşesinde
çekilir, sadece dinlenir, kitap bile okumazdı…

Muallim Cevdet’in hayatını ve
kültür tarihimize hizmetlerini tanımak ülkemizin her mensubu için önemlidir.
Ancak, arşivcilerin, kütüphanecilerin onu tanımaktan öte onun bu alandaki
hizmetlerini, katkılarını, çilelerini, cefalarını, hüzünlerini,
kırgınlıklarını, sitemlerini, öğrenmeleri, hazmetmeleri ve “Cevdetleşmeleri” gerekir. Muallim Cevdet, kütüphanecilik,
arşivcilik ve öğretmenlik için hiçbir mazeretin geçerli olamayacağını
mücadelesiyle bizlere göstermiş bir kültür ustasıdır. Bu ülkenin hür topraklarında
yaşayıp, temiz havasını soluyan evladına manevi bir vasiyeti vardır:

“Benim ceddimin yurtları kötü ellere düşmüş, kabirleri sökülmüş,
haneleri, mabetleri yıkılmıştır. Ama onların geçmişinin bütün kayıtları
arşivlerimizdedir. Onların Bulgaristan’a satılanlarını geri getirmek, kalanları
korumak için ben sağlığımı feda ettim. Dünyayı terk ederken ömrümün sermayesi
olan kitaplarımı ve hususi arşivimi İstanbul Belediyesi Kütüphanesine
bağışladım. İşte size emanetim, koruyun, yaşatın, anlatın…”
demektedir.

Dr. Ali Mazak

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242