Ö
nce mefhumları yitirdik, mefhum dendiğinde “mevhum” şeklinde yazıp anlaşılıyor. Halbuki ilki “kavram“, ikincisi “vehme dayalı“, “hayali” demek. Edebiyatçı edebiyat, hukukçu hukuk dilini anlamaz oldu. Hicve her ne kadar taşlama, nükteye fıkra, mücadele veya cidale polemik dense de bunlar bir önceki nesillerinin yerini doldurabilirler mi?
Dil zenginliğinden mahrum olunca zekâ fakirleşir. Zekâ fakirleşince “sür’at ve intikal kabiliyeti” görülmez. Şimdi denecektir ki o da ne? Bunu soranlar haksız sayılmayabilir. Tâ yirmi sene evvel bir hukuk mezununa “esbabı mucibe nedir?” diye sormuştum. “Gerekçe” diyemedi. Şimdi sür’at ve intikal kabiliyetinin en basit ifadeyle “leb demeden leblebiyi anlamak” olduğunu kaç kişi söyler?
Geçenlerde iki Amerikalı ve bir Türk mimarla birlikteydik. Onlara konuşmamız esnasında “şair, duygularını kelimelere döker, mimar, duygularını çizgiye döker” deyince Amerikalılar “aaa ne kadar güzel, biz bu cümleyi kullanacağız” diyerek not aldılar. Amerikalılardan biri “fakat bu da bir şiir” dedi. “Şiirdir veya değildir, orasını bilmem, fakat sizin bu cevabınıza Türkçe’de sür’at ve intikal kabiliyeti denir, öyle bir cümleye bu karşılığı vermek gerekirdi, tebrik ederim“dedim.
Bu sebeple geçenlerde yirmibeşli yaşlarda Türkoloji mezunu bir kıza “men dakka dukka” ne demektir? Dediğimde ânında ‘eden bulur’ diye tercümeden de öte mânâ karşılığını vermesine ziyadesiyle memnun oldum.
TBMM’nin de okulların da Adliyelerin de internete, elektroniğe, tablete, akıllı tahtaya, akıllı telefona geçmesi gayet güzel ama bir de meselenin insan boyutu var. İnsan yetmezse alet eskiyip hurdalık olur. Hani ecdat ne demiş? ‘Oğlum akıllı ne yapsın malı, oğlum akılsız ne yapsın malı?’ Kendisi değil de telefonu akıllı nesiller televizyonların facia malzemesine döner.
İmamı Muhammed Gazali, 52 yaşında vefat etti. Yazdığı eserler bebekliği dahil ömrüne bölündüğünde güne 18 sayfa düşmekte. Şeyh Edebalı’nın Osman Gazi’ye yaptığı nasihat, kıyamete kadar her idareciye meş’ale olur. Fatih Sultan Mehmed Han ‘Avni’ lakabıyla Divan sahibidir. Yavuz Sultan Selim Han, düşmanı Şah İsmail’in diliyle şiirler yazıyordu. Zirvedeki devletin muhteşem Süleyman’ı ‘Muhibbi’ adıyla koca bir divan kaleme almıştı.
Ne diyoruz?
Bir, insanda gönül olmayınca kupkuru akılla cüceler mahallesine dönülür.
İki, zamanı yönetmek gerçekten sanattır.
Üç, İmamı Gazali’nin âbidevî eserlerini aslından Arapça, İmamı Rabbanî Ahmed Farukî Serhendî’nin mektuplarını Farsça aslından, Kanunî Sultan Süleyman’ın Osmanlıca şiirlerini aslından okuyacak nesiller yetişmezse teknoloji tek başına beklenen faydayı veremez. Emin olunuz iktisat fakültesi mezunu kız, yazılarınızı anlamakta zorlanıyorum diyor.
Bakınız Bursalı Tâlib bir mısrada ne diyor:
“Kişi, noksanını bilmek gibi irfan olmaz!”