ürkiye’de en yaygın ve bulaşıcı hastalıklardan biri «uydurmacılık» tır. Bu da, «sosyalizm» gibi 1960’tan sonra hızla yayılmış ve umumiyetle aydınların beyninde yuvalanmıştır. «Uydurmacılık» hastalığına yakalanan insanlar çeşit çeşit, tip tip ve sürü halindedir. Hem bunları tedavi etmek, hem de hastalığın başkalarına bulaşmasını önlemek için, önce uydurmacıların hüviyetini açıklamak gerekmektedir. Bunlar iki büyük gruba ayrılırlar:
A. Hainler grubu,
B. Gafiller grubu.
Hainler grubunun mensupları uydurmacılık akımını neden ve hangi maksatla desteklediklerini gayet iyi bilmektedirler. Yaptıklarının şuuruna varmışlardır. Dışarıdan, ezelî ve ebedî Türk düşmanlarından emir, talimat ve para almaktadırlar. Maksatları şudur:
1. Türkiye Türkleri ile dünya Türklüğü arasındaki yegâne bağ olan ortak ana dilimizi yıkıp yerine sadece Türkiye’dekilerin anlayabileceği yeni bir dil koymaktır. Böylece bugün veya yarın, sınırlarımızın dışındaki ırkdaşlarımıza konuşmamız, yazışmamız ve anlaşmamız önlenmiş olacaktır.
Artık Türkiye Türkleri ile Asya’da, İran’da, Kerkük’te, Balkanlar’da ve adalardaki Türklerin bir araya gelmeleri imkansızlaşacaktır. Bu, tam manasıyle bir Moskof planıdır.
2. Ortak ana dilimiz yıkılarak Türkiye’de yeni ve ayrı bir dil hakim olduktan sonra, bizim diğer Türklerle aynı soydan gelmediğimiz iddia edilecektir. Denecektir ki:
— Anadolu’da binlerce Rum vardı, Urartu vardı. Sümerlerden, Hititlerden arta kalan halk vardı. Orta Asya’dan gelen bir avuç Türk buradaki halkla karıştı ve yeni bir millet meydana geldi. Nitekim bizim dilimiz dış Türklerin diline hiç benzemiyor. O halde biz ayrı bir milletiz!
Bu da Moskova’nın el altından desteklediği ve içimizdeki gayrı Türklerin ileri sürdüğü haince bir plândır. Yunandan Yahudiye, Araptan İngilize kadar bütün Türk düşmanları bu plânın arkasındadır. Maksat bizi asil soyumuzdan ve tarihimizden koparıp, eski Bizans yahut ne idüğü belirsiz meçhul bir kavme bağlamaktır!
3. Yeni yetişen nesillere uydurma dili öğretip normal Türkçeyi unutturmak suretiyle, onların millî kültür hazinemiz ve mazimizle olan irtibatını koparmaktır. Böylece millî şuurdan, millî san’at, edebiyat ve fikir hayatından mahrum, renksiz, köksüz ve mefkûresiz bir nesil yetişecektir. Bu, kozmopolit ve beynelmilelci bir aydın zümreden ibarettir. Onu, kültürü yüksek her yabancı devlet bir kukla gibi oynatacaktır. Bir robot gibi kullanacaktır. Bu aydın zümre artık ne Türk devletine, ne de milletimize hizmet edebilir. O kaybolmuştur.
4. Türkçeyi fakir, kısır, sevimsiz ve mânâ kargaşalığı içinde bocalayan bir dil durumuna düşürmek suretiyle, yetişen aydınların öğrenme, düşünme, san’at, fikir ve ilim alanında büyük eserler yazma imkânları babalanmaktadır. Onların yaratıcı olmalarını önleyip, taklitçi maymun ve aktarmacı hamal seviyesinde kalmalarına çalışmaktır. Türkçeyi ilim, fikir ve san’at dili olmak şerefinden mahrum bırakmaktır. Nitekim Orta Doğu Teknik Üniversitesinin öğretim dili olarak İngilizceyi seçmesi bu gerekçeye, —Türkçe ile ilim yapılamaz iddiasına— dayanmak-tadır. Ve bu yüz kızartıcı durum karşısında öz Türkçeciliğin çığırtkanlığını yapan «kurum» lar ve kişiler ağızlarını açmamışlardır.
Dağdaki çobanın konuştuğu dili bile yeteri kadar Türkçe bulmayıp «özleştirmeye» kalkışan budalalar, Ankara’nın göbeğinde koca bir üniversite İngilizceyi tek resmî dil olarak kabul ederken susmuşlardır.
Türkçeden yana çıkmamışlardır. Vaktiyle medreselerde Arapça’nın ilim dili oluşunu tenkit ederken atalarımızı ağır şekilde suçlayanlar, iki üniversite ile sayısı elliyi aşan lisenin yabancı bir dille öğretim yapmasını alkışlamaktadırlar.
Demek ki uydurmacılığın öncülüğünü yapan hainlerin hüviyetlerini şu tarzda tesbit etmek mümkündür:
1. Komünistler,
2. Türklükle alakası olmayan kozmopolitler,
3. Beynelmilel teşkilât ve güçlerin emrinde çalışanlar,
4. Millî mazimize ve kültürümüze düşman olup, topyekûn batı kültürünü benimsememizi isteyen aşırı inkılâpçılar.
Gafillere gelince:
Gafiller, maalesef, sayıca hainlerden daha çok ve daha zararlıdırlar. Çünkü robot gibi güdülür, kukla gibi oynatılabilirler. Bunlar da çeşit çeşittirler. Ancak hepsinde ortak olan bir vasıf vardır, o da cehalettir. Hiç biri dilin mahiyetini, gerek insan ile gerekse cemiyet ve millet ile münasebetini bilmez.
Türkçenin yapısından, tarihi gelişmesinden, millî kültürümüzün zenginliğinden ve Türk dilinin millî hayatımızdaki öneminden habersizdirler. Hepsinde müşterek olan bu temel vasıflara başka yan tesirler de karışınca, ortaya yeni yeni uydurmacılar çıkmaktadır. Bunları da şöyle sıralayabiliriz:
1. Uydurmacılığın Türkçeyi özleştirip daha kolay anlaşılır bir dil haline getireceğini sanan saf ve bön insanlar,
2. Ortaya atılan her yeni fikrin ve akımın arkasından şuursuzca koşan, moda meraklısı şahsiyetsizler,
3. Kendilerine «geri kafalı», ve «tutucu», «gerici» denmesinden korkan fikirsiz ve şekilsiz ödlekler,
4. Uydurmacılığı ilericilik ve Atatürkçülüğün bir icabı sanan inkılâp yobazları, yani «devrimbaz« lar,
5. Hiç bir değer taşımayan makale ve kitaplarını kolayca neşretmek imkânını bulmak isteyen şöhret ve para düşkünleri,
6. Orijinal olmak ve dikkati çekmek için yeni bir dil yaratmaya kalkışan Donkişot’lar,
7. İlimde, fikirde ve san’atta hiç bir varlık gösteremeyip de bunu hazmedemeyen zavallılar,
8. Okullarda uydurmacı öğretmenler tarafından beyinleri yıkandığı için buna samimiyetle inanmış suçsuz gençler,
9. TV’lerin, gazete ve dergilerin telkinine kapılmış masum vatandaşlar,
10. Akıl ve ruh hastaları.İşte kimine kızdığımız, kimine de acıdığımız bütün bu insanlar uydurmacılık hastalığına tutulmuş olup, mikrop saçmaktadırlar.
Prof.Dr.Necmettin Hacıeminoğlu