KültürümüzMakaleler

Bir Kalem ve Gönül Alpereni: Prof. Dr. Erol Güngör

E

rol Güngör, toplumumuzun meselelerine eğilen, batılılaşma karşısında yerli kültürü savunan, halk kültürü ve münevver kültürü arasındaki farkı inceleyen, dünden bugüne geçiş sürecinde Anadolu Türklüğü’nün değerlerini kurtarma ve gelecek nesillere aktarmanın kavgasını veren bir sosyolog ve fikir adamıdır.

    Erol Güngör, “Eğer bizim eskilerle olan kültür bağlantımızda büyük ve feci bir kopukluk olmasaydı, bugün eski-yeni kavgası diye mânâsız bir çatışma olmayacaktı.” fikrini savunur. Bu sebeple Erol Güngör, eserleri dikkatlice okunması gereken, fikirlerinin tartışılmasında yarar olan, ruh dünyası geniş, önemli isimlerden biri olarak görülmektedir.
    Erol Güngör, 1938’de Kırşehir’de doğar. Dedesi Kırşehir ulemasından Hacı Hafızoğlu’dur. Babası Abdullah, annesi Gülsen Hanım’dır. İlk ve orta tahsilini memleketinde tamamlar. Taberi Tarihi‘ni ezberler. 1961’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünden mezun olur.

    İşte Hakikî Eserim!

    Öğrencilik yıllarında Türk fikir hayatının önemli simalarından Fethi Gemuhluoğlu ve Profesör Mümtaz Turhan‘la tanışır. Mümtaz Turhan’ın başkanı bulunduğu Tecrübî Psikoloji Kürsüsü’ne asistan olur. Erol Güngör’ün Türkiye ve dünyadaki gelişmeler hakkında yaptığı tespitler, fikir üretimi Mümtaz Turhan’ın dikkatini çeker. Mümtaz Turhan, bu yüzden genç asistanı hakkında “İşte benim hakiki eserim, Türkiye onunla büyük bir âlim kazanacaktır” diye övünmüştür.

    1965’te doktorasını verir. 1966’da ABD Colorado Üniversitesi’nden sosyal psikolog Kenneth Hammond’un daveti üzerine Amerika’ya gider. Bu üniversitenin Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde milletlerarası bir ekibin çalışmalarına katılır.

    1968’de yurda dönerek Tecrübî Psikoloji Kürsüsü’nde sosyal-psikoloji derslerini yürütür. ‘Şahıslararası İhtilafların Çözümünde Lisanın Rolü’ teziyle 1970 yılında doçent, 1978’de ‘Değerler Psikolojisi Üzerinde Araştırmalar’ adlı teziyle profesör olur. 1982’de Selçuk Üniversitesi’ne rektör tayin edilir.

    Yeni İstanbul Gazetesi’nde musahhih olarak çalışır. Bu arada Töre, Türk Edebiyatı, Hisar, Yeni Hamle, Yeni Düşünce gibi dergiler ile Ortadoğu ve Millet gazetelerinde yazıları yayınlanır.

    Fikirleri kısa zamanda büyük bir okuyucu kitlesinin dikkatini çeker, bu arada üniversite talebelerine de el atar. Onları ruh yapıları ve kapasitelerine göre yetiştirir. Milletinin huzur ve saadetinden başka bir şey düşünmeyen bir idealist olarak tanınır ve aranılan bir bilim adamı olur. Şeyma Hanımla evlenir. 24 Nisan 1983‘te vefat eder.

    Bir Türk aydını olarak Erol Güngör, gelenekçiliği savunurken, modernleşmeye de karşı değildir. Türkiye’nin süratle modernleşmek zorunda olduğunu, ancak bunu sağlayacak kültür, sanat ve devlet adamlarının bunu yapacak ehliyette olması gerektiğini anlatır. Türk milletinin lider ve bilge kişilere eskiye nazaran daha çok ihtiyacı olduğunu belirtir ve bunu görememenin ızdırabını yaşar.

    Manevî Güç

    Batı’daki gelişmelere hayran olan, ancak bu gelişmeleri layıkıyla takip edemeyen aydınlarımızın, modernizm adına kendi değerlerine düşman olmasına hayret eder. Zaten gerçek ilim adamı, fenne, tecrübeye ve gelişmeye önem verir. Bu ise dinimiz İslamiyet’in emridir. Her çeşit bilgi ve aleti öğrenmek, yapmak farzdır. Bunun için Şanlı Peygamberimiz ; “Kıyamet günü, şehitlerin kanını âlimlerin mürekkebi ile tartarlar. Mürekkep ağır gelir” buyurmuştur. Erol Güngör, bu yüzden, insanımızın imparatorluğun yıkılışının ardından karamsarlığa düşmesine, ‘biz artık ayağa kalkamayız’ diye, bir dönem yaşanan aşağılık kompleksine kapılmasına tahammül edememiştir. O, Türk evladının, dedesi gibi ilimde, fende dünyaya örnek olabilecek eserler ortaya koyacağına inanmaktadır.

    Erol Güngör, eski ile yeni, dün ile bugün arasında köprü kurmaya çalışırken, ecdadımıza yol gösteren, Anadolu topraklarını Türklere vatan yapan Alperenler‘i yetiştiren manevî büyükleri örnek olarak göstermektedir. Bugün bu mürşitlere daha çok ihtiyacımız olduğunu anlatan Erol Güngör, merhum Yahya Kemal‘in İstiklal Harbi’nde savaşan askerlerimizi anlatırken “Bütün ecdad ruhlarının bu askerlerle yan yana çarpıştığını, hatta eskiden sadece yeşil bayrakla ön saflarda görünen ecdadın bu defa ordu halinde savaşa katıldığını” söylediğini anlatmaktadır.

    Erol Güngör’e göre, İstanbul fethedilirken de ordunun önünde bu ruh vardır. Ebu Eyyubi Ensari, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayramı Veli ve daha niceleri. Ubeydullahi Ahrar hazretlerini de bunlara ilave edebiliriz. Ubeydullahi Ahrar hazretleri bir gün sokakta gezerken, ansızın atını isteyip Semerkand’ın dışına çıkar. Üç gün sonra döndüğünde; “Türk sultanı Mehmet Han kafirlerle harp ediyordu. Onun yardımına gittim. Galip geldi.” der.

    Erol Güngör, milletimizin gencinden yaşlısına, aydınından devlet adamına kadar kendine güvendiği ve çalıştığı takdirde aşamayacağı güç olmadığını, bu ruhun bizde olduğunu anlatmaktadır. Bu fikri savunurken geçmişten örnek vermekte, ecdadın bu yüzden başarılı olduğunu ifade etmektedir. Kendine güven, halktan kopmama, teknolojiyi yakından takip etme, bir şeyler üretmeye çabalamayı insanımızın yeniden diriliş hamlesi olarak gören Erol Güngör, bunu başardığımızda Türk’ün yeniden ihtişam ve kudretine kavuşacağını savunur. Bunu yaptığımızda, “Fethettiğimiz her yerde olduğu gibi ecdadın ruhlarının yine hep önümüzde olacağını” belirten Erol Güngör, buna gerçekten inandığı için sürekli çalışarak insanımıza örnek olabilecek bir hayat yaşar.

    Erol Güngör, insanımızın rahat ve huzur içinde yaşayabilmesi için fert olarak kendisinin ne yapabileceğinin hesabını yaparken, öldüğü zaman arkasından hayırla bahsedecek ve “Allah ondan razı olsun” diyecek bir hizmet bırakmanın da telaşı içindedir. Bu yüzden, Erol Güngör’ün manevî dünyasının da zengin olduğunu görüyoruz.

    Evliyası Olmayan Yerde Türk Yoktur!

    O, küfre karşı Yavuz olurken, bilge kişilerin karşısında da başını eğerek ilme ve ilim adamına saygı göstermektedir. Ömrünü ilmî araştırmalarla geçiren Erol Güngör, Taberi Tarihi’ni ezberler, eski eserleri inceledikçe âlimlere saygısı daha da artar ve “Bugün kaybettiğimiz Türk topraklarını dolaşın, karış karış gezin her kasabanın bir fetih hikayesi, bir âlimi vardır” der.

    Türk’ün vatan anlayışının çok ulvî olduğunu, nerede bir âlim varsa orasının bir Türk toprağı olduğunu anlatan Erol Güngör, “Evliyası olmayan yerde Türk de yok demektir, eğer olsaydı mutlaka içlerinden ya bir şehit ya da bir ulu kişi çıkardı ve halkın gönüllerini kendi kabri üstünde birleştirirdi. Zaten manevî kudretiyle halkı koruyacak birinin bulunmadığı yerde Türk nasıl yaşar!” der.  
 
     Halkımızda çok köklü olan bu bağlılığın hangi kaynaklardan geldiğinin araştırılabileceğini belirten Erol Güngör, kabirlerin ziyaret edilerek dua okunması, hattâ sıkıntılı anlarda ölmüş velîlerden yardım dilenmesi hakkında hadisler bulunduğunu bildirmektedir. Erol Güngör, Türk Milletinin manevî gücünü anlatırken Cezayir’den Macaristan’a, oradan Bağdat ve Yemen’e kadar her türbenin Türklerin eseri olduğunu, Bağdat surlarına hücum ederken can veren Türk erlerinin gönlünde İmamı Azam‘ın türbesinin yattığını belirtmektedir.

Hüdavendigar Onur

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242