T
arih 26 Ağustos 1071. Yer, Malazgirt Ovası. 946 sene önce Anadolu’yu Türk milletine vatan kılacak bir büyük zaferin kapıları açılıyordu. Dönemin en güçlü devleti Bizans İmparatorluk ordusu imparatoru da başında olarak Türk ordusunu ezmek ve imha etmek üzere buraya gelmişti. Sultan Alparslan da ordusunun başında olarak karşısına geçmiş bulunuyordu. İki taraf arasında sayıca ciddi bir dengesizlik görülmekteydi. Alparslan’ın 40 bin kişilik kuvvetine karşılık, Bizans ordusu 160 bin kişilik muazzam bir güce sahipti.
Sultan Alparslan, din âlimlerinin de tavsiyesiyle muharebeyi cuma günü 26 Ağustos’ta yapmaya karar vermişti. 26 Ağustos Cuma günü ordusuyla birlikte namaz kıldı, dua etti ve:
“Ya Rabbi! Sana tevekkül ediyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ya Rabbi! Niyetim halistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret.”
Sonrasında askerlerine dönerek tarihe geçen şu muhteşem konuşmasını gerçekleştirdi:
“Burada Allahü tealadan başka bir sultan yoktur. Emir ve kader O’nun elindedir. Bu sebeple benimle birlikte cihad etmekte veya benden ayrılmakta serbestsiniz…”
Selçuklu ordusu, sadakat nidalarıyla Sultan Alparslan’a bağlılıklarını haykırdılar. Sultan Alparslan, beyaz kefen elbisesini giyerek atının kuyruğunu bağladı ve eline gürzünü alıp askerlerine tekrar şöyle hitap etti:
“Askerlerim! Şehit olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra oğlum Melikşah’ı tahta çıkarın ve ona bağlı kalın. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir…”
Alparslan’ı kefeni giyip şehitliği kabullenmiş vakur hâliyle gören Selçuklu Ordusu ağlayıp helalleşerek savaş düzeni aldı. Böylece cuma namazının hemen ardından müthiş bir çarpışma başladı. Türk ordusunun dayanılmaz hamleleri ve ananevi turan taktiği sonucu belirledi. Bizans ordusu mahvedilirken, imparator esirler arasında bulunuyordu.
Malazgirt Savaşı, Selçuklulara Anadolu’nun tapusunu verecekti. İlerleyen yirmi yıl içerisinde hızla Anadolu içlerine göç hareketleri başlatılarak Türkleştirilen Anadolu, İç Asya’daki diğer Türk devletlerinin de göçleriyle bir Türk yurduna dönüşecekti.
Mümtaz Şahsiyet
Alparslan son derece iyi yetişmiş, mert, ileri görüşlü, kararlarında isabetli, adil ve insaflı bir liderdi. Merhametli ve fakirlere karşı şefkatliydi. Allah’ın kendine lütfettiği nimetlerin devamı için çok duâ ederdi. Bir gün Merv’den geçerken el-Harrâin fakirlerine rastladı, bunların hâlini görüp, ağladı ve bu fakirlere her zaman yardımcı olabilmesi için Allahü tealadan fazl u ihsanıyla kendisini zengin etmesini istedi.
Sultan Alparslan çok sadaka verirdi. Ramazan ayında 15.000 dinar sadaka dağıtırdı. Divanında ülkesinin her tarafındaki pek çok fukaranın adı kayıtlı olup bunlara yardım için maaş ve tahsisat ayırmıştı. Her zaman sözüne sadık birisi idi. Kaynaklar onun yaptığı antlaşmalarda ettiği yeminlere sadık kaldığı ve bu yönüyle tanındığına dikkat çekmektedir.
Sultan Alparslan çok cesur olup cesaret babası anlamına gelen “Ebû Şücaa” künyesi ile maruftu. Cesur kişiliğine en önemli örnek Malazgirt Savaşı’nda askerin arasında ön saflarda savaşması, Selçuklu ordusundan katbekat daha fazla sayıda olan Bizans ordusuna karşı mücadeleye girişmesidir.
Sultan Alparslan’ın ellerini açarak Allah’a yakarışı ve ondan yardım istemesi samimiyetini, dindarlığını ve insanlar üzerinde hükümdar olmasına rağmen Allah katında aciz ve yardıma muhtaç bir kul olduğunu kabullendiğine delil teşkil etmektedir.
Askeri ve halkı tarafından çok sevilen bu büyük Türk hakanının bir yönü de temiz ve samimi inancı idi. Şu anekdotu onun bu yönünü işaret ederken, sonunda söylediği sözleri ise her Türk ve Müslümanın evinin başköşesine altın bir çerçevede asılmalıdır!
Biz halis Müslümanlarız!
Sultan Alparslan’ın yanında Azerbaycan Emiri Erdem’in büyük bir değeri vardı. Bir dediği iki olmazdı. Ancak onun Deylemli bir Batınîyi kâtiplik görevine alması Alparslan’ı üzmüştü. Bundan sonra divanlarda kendisine yüz göstermez, değer vermez oldu. Emir bu konudan oldukça rahatsız olmuştu. Nedenini bir türlü bulamıyordu. Bir gün divan görüşmelerinde yine lafa karıştığı zaman Alparslan sertçe:
“Sen sus bakalım. Sen benim saltanatımın hasmı mısın?” dedi. Emir Erdem derhal yerlere kapandı ve:
“Haşa Sultanım! Ben nasıl sizin hasmınız olabilirim. Benim bu canım yolunuza kurbandır. Beni öldürtseydiniz de bu sözü işitmeseydim. Ölüm bana bu sözden daha tatlı gelirdi. Sultanımı üzecek ne yaptım” dedi. Alparslan:
“Deylemli falan zatı işe almışsın. Onun bid’at itikatlı bozuk bir kimse olduğunu bilmiyor musun?” Vezir Erdem:
“Sultanım! Bir kişi, benim devleti cihanı tutmuş sultanıma ne zarar verebilir. Şahine sivrisinek ne yapabilir? İstediğiniz takdirde onu bir böcek gibi ezerim.”
Emir’in bu sözleri üzerine Sultan, bir tomar at kılı getirtti. Kendisine üç beş tane vererek “kopar bakalım”, dedi. Emir derhal koparttı. Kırk elli yapıp verdi. Zorlanarak kopardı. Biraz daha artırınca esnetemedi bile.
Bu durum üzerine Sultan tarihe geçecek şu sözleri söyledi:
“Siz bilmez misiniz. Cenab-ı Hakkın rahmeti birlik ve beraberliktedir. Azabı ise ayrılıktadır. Bunlar Resulullahın temiz yoluna uymayan bozuk kimselerdir. Üç beş iken zararsız gibi görünürler. Böylece çoğalıp benim devletimin zeval bulmasına neden olurlar… Biz halis Müslümanlarız. Bid’at nedir bilmeyiz. Onun için Cenab-ı Hak biz Türkleri aziz kıldı…”
Sultan Alparslan’ı ve Malazgirt’i devletçe muazzam programlarla anacağımız şu günlerde onun mesajlarını anlamaya o kadar ihtiyacımız var ki! Oysa bu kıssaları, anekdotları menkıbe diyerek çöpe atanların gençliğe verecek ne mesajı olabilir ki?
Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil