Bir Rumeli Türküsü kanat çırptı gümüş vazolarda
Sımsıcak bir dua yıkıldı ellerime
Burma bıyıklı ağıtlar dizginledi zamanı
Kana batmış toynaklarda, yeşil bir gül dillendi
Sessizlik keklikleri makaslarken gökleri
Bir ezan yağmuruyla tâ can evimden yandım
Ve yumdum gözlerimi İstanbul’da
Üsküp’te, Kalkandelen’de uyandım…
Dediler ki şimdi cânım Üsküp
Göğsündeki karanfillere küsüp
Dört kilit asmış yüreğinin dört odasına.
Beşinci kilit, erimiş öfkesinden, yasından
Sabah-akşam bakarak Vardar Ovası’na
“Gitsem gerek!” der suların arkasından.
Yaralı ceylanlar gibi dönerek yuvasına
Selam bekler İstanbul’dan, Buhara’dan…
Sonra başını çevirip dünya haritasına
Ezan sesi duyulunca Ayasofya’dan
Alaca Camii bakmadan alacasına
Çekip gidecek buralardan
Bin yıllık hasret, Ortaasya’sına
Ötelerde kanlar, câmiler, şadırvanlar…
Fatih Köprüsü gülümser beride
Vardar Ovası’nı titreten rüzgâr
Dalgalandırır gönülleri de.
İsmine Estergon derler
Bir yârim var Rumeli’de…
Ağlayın yıldızlarım ağlayın
Artık bizim değil Rumeli’nin güzelleri de!…
Yürekler dövülür Demirciler Çarşısı’nda
Sesi Ötüken’den Ergenekon’dan gelir.
Şimşekler parçalanır göklerde gece gündüz
Şimşeklere gem vuracak zaman gelir,
Harâbâti Baba’dan, Burmalı Camii’den
Avuçlar dolusu ezan gelir.
Hünkâr Otağı’nın halıları
Isparta’dan, İsfahan’dan, Buhara’dan gelir…
Evlâd-ı Fâtihân’ı ararsın dört köşede
Karşına acı, yeşil bir orman gelir
Dillendirmek için yetimlerini
Kosova’ya Sultan Murad Han gelir…
Yüreğinde Türkistan davulları gümbürdeyen bir şâir
Dokuz kez dizler yeri, Sultan Murad otağında
Dokuz kurşun saplanır bağrına, Şar Dağları’nın
Bir tesbih uzanır Kosova’dan Malazgird’e
Bir tesbih çekilir Taşkent’ten Belgrad’a
Dokuz damla gözyaşı dökülür akşamlara,
Kaşı kara, bahtı kara Alişim o eski plâkta
Ve burada, dayamış sırtını Kosova gecelerine
Yavuz Bülent Bâkiler tarihe ağlamakta…