T
ürkler ve Ruslar, tarih boyunca yan yana ve zaman zaman da iç içe yaşamış milletlerdir. Aralarında; savaşlar, barışlar, düşmanlıklar, rekabetler gelip geçmiştir. Uzun tarihî tecrübelerden geriye kalan çok kötü, insanlık tarihine bir kara leke olarak geçen hatıralara sahibiz. Geçmişte yaşanan müspet ya da menfi şeyler de geleceğimizi tayin eder. Hâliyle tarihi bilerek, artılarından istifade ederek, eksiklerinden de ibret alarak istikbali tecrübelerle kurmalıyız.
Rusların istila siyaseti tam manası ile bir trajedidir. Bunun vebali kendi aralarında anlaşamayan tebaaların üzerinedir. Öyle ki Ruslar tarih boyunca Türk yurtlarında adım adım ilerlerken, hanlar birbirleriyle mücadele etmiştir. Hatta mazlum ve mağdur insanlar katledilirken, onlardan beraber iş tutanlar da olmuştur. Ruslarla iş birliği yapanların en başında “kulak” olarak adlandırılan zengin toprak sahibi Türkistanlı köylüler olduğu gibi, din adamı görünen bağnazların da bir hayli etkisi olmuştur.
Zulüm Ve Sapkınlıkta Zirve!..
Müslümanların inançlarını ortadan kaldırmanın öyle kolay olamayacağını bilen Ruslar, propaganda faaliyetlerine başlayarak, halka çeşitli vaatlerde bulunmuşlardır. 1924 yılında onlardan Allah’ı inkâr etmelerini istemişler, hatta daha ilerisine giderek Lenin’i “zamanın peygamberi” ilan etmişlerdir! Rus makamları tesirli bir politika yürütebilmek için önce hakiki din adamlarının büyük bir kısmını öldürmüşler, daha sonra ise camileri talan etmişler, namaz kılmayı yasaklamışlardır. Hatta evinde günlük ibadet yaptığı tespit edilenler milletin gözü önünde cezalandırılmışlardır. Kur’ân-ı kerim nüshalarını da toplattırmışlar, yenisinin basılmasını da durdurmuşlardır.
Ermeni Ve Gürcüler Yardım Yaptılar
Türkistan ve Kafkaslardaki Rus istilasını İslam dünyasından ayrı değerlendirmek mümkün değildir. Son üç asırda İslam âlemi umumi bir çöküşe girmiş olmasının yanında, dağılma ve yıkılma her yerde aynı şekilde gelişmemiştir. Mesela Türkistan, Osmanlı Müslümanlarına göre daha erken ve şiddetli çöküş yaşamıştır. Bütün İslam dünyasının karanlığa gömüldüğü bir sırada Osmanlı Müslümanları, zindan içerisinde aydınlığı yaşamıştır.
Rusların Kafkasya’yı işgaline geçmeden önce şu hususu vurgulamakta fayda vardır. Kafkaslarda en erken Müslüman olan bölge 8. asırda Azerbaycan’dır. 10. yüzyıla gelindiğinde onu “Kafkas Kartalı” Şeyh Şamil’in memleketi Dağıstan takip etmiştir. Kabartaylar 16., Çeçenler 18., Çerkes ve İnguşlar ise 19. yüzyılda Müslüman olmuşlardır.
Rusların bu coğrafyayı işgali sırasında ise en büyük yardımı Ermeni ve Gürcüler yapmışlardır. Hatta Ermeniler Türkistan yağmalanırken Ruslara büyük destek sağlamışlar, direniş gösteren bölgelere Ermenilerden müteşekkil çeteleri yerleştirmişlerdir. Günümüzde Ermenistan hâlâ Rus yanlısı bir politika takip ederken, Gürcistan Türkiye’ye dost ve iyi çıkarlar içerisinde bir siyaset yürütmektedir.
Kırım’ın Osmanlı Hâkimiyetinden Çıkması
Rusya’nın etkili bir güç olarak siyasi arenada yerini alması, Kırım Hanlarını daha da Osmanlıya yaklaştırmıştır.
Bütün bunlar devam ederken başka planlar yapılmaya başlamıştır. Kırım’ın Karadeniz hâkimiyeti için mühim bir lokasyonda olması Rusya’nın tarih boyunca iştahını kabartmıştır. Osmanlı Devleti’nin zayıflamaya başlaması ile bölgeye yaşanan Ortodoks göçler, Ruslara karşı hayranlık duyan bir zümrenin oluşmasına sebep olmuştur. Azak Kalesi’nin elden çıkması ile birlikte talihsiz hadiseler baş göstermeye başlamıştır. Bu durum sonrası Kırım ne yazık ki Osmanlının elinden çıkmıştır.
Türklerin Hepsini Sürgün Ettiler
Ruslar Kırım’ı ele geçirince, istila ettiği her coğrafyada olduğu gibi bölgenin demografik yapısını bozmak için ciddi değişikliler yapmıştır. Çarlık rejimini benimsemeyen aileleri başka topraklara sürmüştür. İkinci merhalede Tatarların hepsini sürgün etmişlerdir. Bu bazı kaynaklarda 100 bin, bazılarında ise 300 bin olarak karşımıza çıkmaktadır. Tatarların boşalttığı yerlere kısa zamanda; Rum, Ermeni, Bulgar ve Yahudileri yerleştirmişlerdir. Bölgedeki halkın homojen yapısı tahrip edilerek güya muhtemel isyanların önüne geçmişlerdir.
Rusya’nın bu sürgün ve zorla göç ettirme politikası 1922’li yıllara kadar kesintisiz devam etmiştir. II. Dünya Savaşında Almanların Doğu cephesinde Sovyetler Birliği topraklarına girmesi ile o dönemde Rus idaresinde olan Ukrayna’da 5-8 milyon kişi öldürülmüştür. Savaşı takiben 1946-47 yıllarında Ukrayna’da büyük açlık ve kıtlık yaşanmıştır. İkinci Dünya Savaşı’nda katledilenlerin yaklaşık 30 milyon kadarı bu cephede olmuştur.
Acımasız uygulamalarıyla insanlık tarihinin en vahşi devlet başkanlarından birisi olarak anılmayı hak eden Stalin yönetimindeki Rusya, İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında gerçekleştirdiği sürgünlerle, milyonlarca insanı vatanından ederken, yüz binlerce insanın da hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Kendisi için tehlike gördüğü halkları bölüp parçalayan, uzun vadeli hedeflerine ulaşabilmek için stratejik öneme sahip bölgelerde yaşayan kendi vatandaşının hayatını dahi hiçe sayan Stalin, diğer taraftan; maden, sanayi, tarım gibi alanlarda komünist rejim için çalışacak yüz binlerce yeni işçiye ihtiyaç duymakta idi. Böylece sürgün ettiği halkların mümbit arazilerine, jeostratejik ve jeoekonomik önemde olan vatanlarına el koyarak, buraları; Rusya’nın diğer bölgelerinden getirdiği Rus-Slav ırkından yeni yerleşmecilerle doldurmuş, sürgüne tabi tuttuğu milyonlarca insanı fabrikalarda, tarım arazilerinde ve maden ocaklarında çalışmaya zorlamışlardır.
1953 yılına gelindiğinde zalim Stalin’in ölmesi ile idareyi ele alan Nikita Kruşçev Kırım’ı Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti’nden alarak Ukrayna’ya vermiştir. Toprakların esas sahipleri vatanların yeniden dönmeye başlamıştır. Ne var ki yakın zamanda bu defa Rus Lider V. Putin’in emri ile hiçbir ülkenin tanımadığı bir ilhak kararı verilmiştir.
Bu Kadar Coğrafyaya Nasıl Hâkim Oldular?
Yeri gelmişken Rusların sömürgeci ve emperyalist metotlarına da temas etmekte fayda var. Rusların sömürgecilik siyasetleri, istila üzerine kurulmuştur. Bu ise daha çok; sosyal, kültürel, siyasi ve dinî yönde kendini göstermektedir. (Daha detaylı malumatı, Akçağ Yayınları’ndan neşredilen SSCB Hâkimiyeti Altındaki Türk Topluluklarında Alfabe Değişiklikleri isimli kitabımızdan bulabilirsiniz.)
Rusların bilhassa Sovyet dönemindeki uygulamaları, insanlık tarihi açısından utanç vericidir. Ülkeleri işgal ederken önce askerî operasyon, daha sonra da kültürel asimilasyon yapmışlardır. Zira silah zoru ile yapılan istilanın kısa vadeli olacağını, o bölgede yaşayan halkın dilini, dinini Ruslara yaklaştırmadıkça daha uzun kalınamayacağını çok iyi hesap etmişlerdir. Buna Sovyet Rusya’sı boyunduruğundan kurtulan Türk cumhuriyetleri verilebilecek en güzel örneklerdendir. Bu düşünceyi Batılı devletlerden almışlardır. Ancak kendilerine uydurarak, kaba, hantal ve zorba bir hâle getirmişlerdir.
Dünyada, 18. asrın ortalarına kadar Türk üstünlüğü varken bütün insanlık huzur ve emniyet içerisinde yaşamışlardır. Hiçbirisinin rengine, diline, cibilliyetine bakılmamış, “Yaratılana, Yaradan’dan ötürü…” kıymet verilmiştir. 20. yüzyılın sonlarına gelindiğinde zorbalıkla birçok coğrafyaya hâkim olan, gücü elinden bulunduran Ruslar da fetret devri başlamıştır. Rus bloku çökmeye başlarken sahip oldukları, insanlığı sefalete, açlığa, gözyaşı ve kana boğdukları imparatorluklarını birer birer kaybetmeye başlamışlardır. Afganistan, Türkistan, Kırım, Çeçenistan ve Ahıska… Bugün ise durum ortadadır. Suriye, Ukrayna askerî müdahalelerle, dünyanın gözleri önünde istila edilmeye çalışılmaktadır. Ne hikmetse BM, NATO, AİHM… gibi kuruluşlar buna sessiz kalmaktadırlar. Ancak unutulmaması gereken bir hakikat vardır: Zulüm ile abat olunmaz…