Balkanlar - RumeliMakaleler

Osmanlı’nın Gülistanı: Kızanlık

İ

kinci Sultan Mahmud Han (saltanatı 1808-1839) 19 Mayıs 1837’de Tırnova’yı, 2 gün sonra Kızanlık’ı ziyaret etti. Balkan Dağları’nın kuzey ve güney eteklerinde iki küçük Türk şehri idi (şimdi Bulgaristan’da). Bu ziyareti, Osmanlı hizmetinde muallim subay olarak bulunan Feldmareşal Helmuth von Moltke’nin (18001891) kaleminden okuyalım:

Harikulade güzel bir ülke burası. Her yer yeşil. Derin vadilerin yamaçları ıhlamur ve ahlat ağaçları ile kaplı. Geniş çimenlikler, dereleri çeviriyor. Bereketli buğday tarlaları ovaları çeviriyor ve ekilmeyen sahalar bile hayvanlar için zengin çayırlarla örtülü. Teker teker dağılmış ağaçlar ayrı cazibe veriyor ve koyu gölgelerini yeşil zeminin üzerine seriyor. Tuna vadisinin Almanya’daki görüntülerine pek benziyor…”

“Tuna’ya yaklaştıkça Türk köyleri yoğunlaşıyor. Bu bölgede hiç Bulgar köyü yok gibi. Tırnova’da Türkler’den başka Bulgarlar ve Rumlar da var. İkinci Sultan Mahmud şehre girerken, Tırnova’nın çok açığından başlayarak halk, iki sıralı dizilmişti. Redif askerleri selâm duruyordu. Rum kadınları, Basillios (Roma imparatoru) diye tezahürat yaptıkları padişahın gelişini görmek için düz damları ve ev teraslarını doldurmuşlar. Şehrin mevkii doğrusu çok romantik…

Tırnova’dan güneye, Kızanlık’a iniyorduk.  Şehre yaklaşırken ta uzaktan dev gibi ceviz ağaçlarından oluşan bir ormancık göründü. Kızanlık, işte bu ormancığın içinde. Minareler bile, ulu ağaçların yaprakları ve dalları altında örtülü kalmış. Öylesine sık ve ihtiyar ağaçlardı. Ceviz, muhakkak ki çok güzel bir ağaç. Dalları ufkî şekilde 100 ayaktan daha geniş çapta bir sahaya yayılan ağaçlar vardı…”

“Kızanlık’ın ceviz ağaçlarının geniş yapraklarının son derece taze yeşili, kubbesinin altındaki loşluk, gövdenin çevresinde yetişen bitkiler, ağaçları sulayan dereler, pınarların şırıltıları, harikuladenin ötesinde bir tabiat harikası oluşturuyordu. Bülbüller ve güvercinler, ağaçları, sarayları haline getirmiş. Akan suyun bolluğunu, her taraftan fışkırmasını tasavvur edemezsiniz. Yoldaki bir pınarda çakıllı zeminden 9 pus kalınlığında, dik şekilde su fışkırıyordu. Sonra küçük derecikler halinde akıp gidiyordu…”

“Gökten kocaman yağmur bulutları, başımıza değecek kadar alçalmıştı. Bulutlar toplanıyor, Balkan Dağları’nın mayıs içinde karlı zirvelerine doğru yığılıyor, ara sıra yağarak toprağı ıslatıyor, sonra hemen güneş görünüyor, ıslak toprağı ısıtmak ve kurutmak için ışıklarını çevreye yayıyordu.”

“Hava, bütün atmosfer parfümlü idi. Mis gibi kokuyordu. Zira Kızanlık, Avrupa’nın Kişmir’i, Türkiye’nin Gülistan’ı, güller diyarıdır. Gül, burada saksıda, bahçede yetişmez. Tıpkı bizim patates tarlalarımızda olduğu gibi uçsuz bucaksız arazi, gül ağaççıklarıyla dolu… Bir gül tarlasından daha iç açıcı bir manzara hayal edemezsiniz. Bir tiyatro dekoratörü böyle bir manzara resmetse, mutlaka mübalağa ile suçlanır…”

“Milyonlarca, evet birçok milyonca gül, çayırların yeşil halısı üzerine serpilmişti. Türkler, bu mevsimde goncaların ancak dörtte birinin açtığını, burasını birkaç ay sonra görmem gerektiğini söyleyince büsbütün şaşırdım. Yaz gelince gül bolluğu, insanı çıldırtabilir. Türkler bu manzaraya alışmışlar…”

“Türkler gülü yalnız seyretmiyor. Yalnız koklamıyor, aynı zamanda yiyorlar. Sabah kahvaltısından önce bir bardak serin su ile mutlaka bir veya birkaç kaşık gül reçeli yiyorlar. Bunu herkese tavsiye edebilirim. Kızanlık, dünya gülyağı sanayiinin merkezi… Küçücük bir şişe gülyağı verdiler. At üzerinde bir gün cebimde taşıdım. Haftalarca gül fidanı gibi koktum…”
“Padişah Hazretleri, Kızanlık’ta Türk eşrafınca karşılandı. Onlarla konuştu. Arada bir beni de çağırtıyor, birkaç cümle söylüyordu. Sultan Mahmud’un bana, benim gibi küçük rütbeli bir subaya arkadaşça hitabı, doğrusu beni kendisine minnettar bıraktı, büyük sevgi ve saygımı kazandı.”

Evet, sonradan Prusya krallığını savaş meydanlarında Almanya imparatorluğu haline getirecek olan dünya tarihinin en büyük askerlerinden Mareşal von Moltke, 1837 yılında bunları anlatıyor. Dedemin dedesi Rıza Bey (1798-1862), bu sırada Kızanlık’ta  idi. Semendire’de doğmuş. Kızanlık’ta yaşamış, ölmüş, oraya, gül bahçeleri içine gömülmüştür. Şüphesiz, Sultan Mahmud’u  karşılayan eşraf içindeydi, zira Kazasker Mehmed Nureddin Efendi’nin oğlu idi.
Mükrimin Halil Yınanç, “ Bütün Türk tarihinde Rumeli’nin kaybından daha büyük felaket yoktur” demişti. 600 yıllık bir Türk yurdunu nasıl mı kaybettik? Bu, başka bir hikayedir…

Yılmaz Öztuna

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242