MakalelerTürkistan

Orta Asya’ya Açılmak

M

arko Polo, Radloff, Wilheim Ludwig Thomsen, Yadrintsov, Willi Bang onun talebesi Annemarie von Gahain, Albert von de Coq. Karl Heinrich Menges, sonra Gyula Nemeth, onun selefi Arminius Vambery, Ligety, Raszony ünlü Alman şarkiyatçısı Georg Jacob, Avusturyalı Andreas Tietze onun talebesi lngebord Baldauf. Sonra Japonlar Masao Mori ve diğerleri. Sonra Fransız ekolü ve nihayet Taşkent’de Araştırma Enstitüsü açan Fransa, ABD ve Japonya sırada enstitü açıyorlar; kitap topluyorlar, uzmanlar geliyor.

Biz hala bir araştırma istasyonu kuramadık. Diyanet Vakfı gibi kuruluşlar keseyi açmaya hazır ama bürokrasi gereken atılım, gösteremiyor. Her fırsat ve kuruluştan yararlanmak lazım.

Reşid Rahmetî (Arat), Zeki Velidî (Togan), Saadet Çağatay gibi isimler istisna olarak kalıyor. Türk Tarih Kurumu atalar yurdunda iki hafriyatı bir süre önce desteklemeye başladı. Henüz Orta Asya arkeolojisi Türkiye’de ilmi bir branş olarak kurulmuş değil.

Türkoloji bölümlerinde sınırlı dialektoloji dersleri dışında Orta Asya’ya adım atacak uzmanların yetiştirildiği söylenemez. Zira bu günün Orta Asyasına adım atan belki Rusça ile Türkiye Türkçesi ile işini görebilir; ama bu dünyanın içine nüfuz etmesi, o hayatı kavraması mümkün değildir.

Orta Asya’ya adını atan Türk dilini bilmelidir. Türkiye’de 50 yıl önceki gazeteleri okuyamayan birinin Orta Asya’da kullanılan lugatçayı intibak etmesi mümkün değildir. Kaynak ülkeye giren, dilin ve kültürümüzün kaynağıyla olan uzaklığı kapatmalıdır. Rusça ve Farsça bu dünya insanının semantik ve kavramsal yapısını anlamak için lazımdır.

Orta Asya insanının din duygularını, din anlayışını, milli-dini kimlik mekanizmalarını bugünkü Türkiye’nin İslamcı ve lâikçi yaklaşımı, kavram ve istilahat ve galatlarıyla kavramak mümkün değildir.

Orta Asya tarihte ve şimdi Türk yurdudur; ama sadece Türklerin yurdu değildir. Bugün yerli kavim olarak Taciklerin dışında Türklük hâkimdir, ama mazide öyle değildi; Orta Asya Mavera’ün nehr ve Baktria denen saha tarihi çağlarda Türkleşmiştir. Dolayısıyla Türk akademi dünyası, Orta Asya’nın ilk ve ortaçağlarını Batılılardan daha iyi bilmelidir.

Elli yıldır öldürmekte olduğumuz Fars tetkikleri ve Farsça branşını diriltmek bir yana, eski kan tetkiklerini kurup var gücümüzle geliştirmeliyiz. Çin tetkiklerini ciddiyetle yeniden ele almalıyız ve Orta Asya tetkikçileri için Rusça eğitimini düzenlemeliyiz.

Orta Asya coğrafyasını bilmek büyük çevre problemleriyle kaderine terk edilmiş, kirlenmiş bu dünyanın kurtuluşu için gereklidir. Kimse kirlenen çevrenin kurtarılması endişesini Türkiye kadar taşıyamaz ve ilgilenemez. Ne var ki Anadolu coğrafyasında herhalde alman Tübinger atlas grubunun kağıda dökmesini bekleyeceğiz. Türkler Anayurtlarını kendileri öğrenmelidir.

Orta Asya sosyal bilim ve hukuk alanındaki öğrencilerin öğrenim ve ilgi alanına alınmalıdır. Kağıt üzerinden ve televizyondan değil. Kısa süreli burslarla geziler ve tetkik seferleriyle bu dünya hayatımızın içine alınmalıdır. Bu tedbirler bugün tek taraflı uygulanıyor, talebe oradan buraya geliyor; ama buradan oraya öğrenmeye giden yok.

Oradan gelen öğrencilerimiz ilk anda umutsuz görünüyor; ama kısa zamanda Türkçe yazmayı bazen buralılardan iyi öğreniyorlar. Sağlam bir eğitim var. Aslında Türk dünyası, sessiz sakin kaynaşıp yeni ilgi ve beceriler geliştirecek bir dünya. Elverir ki kültür ve eğitim politikaları Türk kültür dünyasının bütünlüğü gözönüne alınarak geliştirilsin.

Bunun için eklenen Orta Asya Enstitüsü sadece, dil, coğrafya ve tarih tetkikleri değil ve fakat lisansüstü seviyede az sayıda öğrenciye eğitim verecek araştırma yaptıracak şekilde bol bütçeli ve bol imkânlı olarak kurulmalı.

Öğretim kadroları sadece Türkiye’den değil her yerden celbedilmeli, önyargılardan kurtulmalıdır. Tarihin itmesi ve çalışkan bir halkın gayretiyle beynelmilel alana çıkan Türkiye’nin aydın, bilgin ve politikacıları halen çıktıkları meydanda şaşkın dikiliyor. Bunun çaresi beynelmilel seviyede bilim yapmak, bilgi toplamaktır. Bu da bizim kadroları aşar. Uzman, öğretmen talebe herkesi toplamalı ve her yere gitmeliyiz.

Açılmak iş adamlarıyla olmaz. Kaldı ki Orta Asya’ya ticari alanlar olarak bakmak hem yanlış, yanlışın ötesinde ibtidai bir davranıştır. Orta Asya bizim kültürel idame sahamızdır. Müşterilerle değil ailemizin insanlarıyla yaşamak zorunda olduğumuzu bilmeliyiz.

Prof. Dr. İlber Ortaylı

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242