MakalelerTürkistan

Kazakistan’da Dün ve Bugün

G

eçen hafta Kazakistan’da idim. Kazakistan’a komünist sistem yıkılmadan önce de birkaç defa gitmiştim. Komünist idare yıkıldıktan sonra da. Kazakistan üzerine 10 TV programı hazırlayıp takdîm etmiştim. Ülkenin yeni yüzünü bu üçüncü görüşüm. 

Kazakistan 20 yıl içerisinde çok değişmiş. Sadece Kazakistan mı? Diğer Türk Cumhuriyetleri de öyle. Büyük farklılık kendisini önce binalarda gösteriyor. Komünist idarenin yaptığı-yaptırdığı binalarla yeni rejim zamanında yapılan binalar, sanki avaz avaz bağırarak kendilerini ele veriyorlar: 
Kaba-saba, ufak-tefek, asık suratlı yapılar sanki: “Biz Marksist sistemin yapılarıyız!” diyerek daha bir küçülüyorlar. Yeni rejim zamanında yapılan binalar ise, renkli yüzleriyle, boylu-poslu halleriyle, zarif duruşlarıyla, farklı pencereleri, kapıları, çatılarıyla karşımızda gururla yükseliyorlar… 
İkinci büyük fark caddelerde, yollarda, kendisini gösteriyor. Marksist sistemin Kazakistan’ı pençelediği zamanlarda, şehirlerin geniş caddelerinde araç sayısı, parmakla sayılacak kadar çok azdı. Trafik lambalarında kırmızı ışık yandığı zaman, duran araç sayısı 5-10 civarında idi. Evlerin önünde otomobil yoktu. Şimdi o geniş yollarda, yüzlerce metre uzunluğunda otomobil kuyrukları dikkat çekiyor. Evlerin sağı-solu, otomobillerle yüklü. 
Komünist rejim devrinde büyük dükkanlar görmüştüm. O dükkanlarda devlet memuru olan tezgâhtarlar, un satıyorlardı; turşu satıyorlardı, soğan-patates satıyorlardı. Ben soğan-patates-un-turşu hazretlerinin, büyük mağazaların büyük vitrinlerine kurularak oturduklarını ilk defa Moskova’da, sonra diğer “tam bağımsız demokratik(!)” Türk Cumhuriyetlerinde görmüştüm. Bu defa gittiğimde fark ettim ki dünkü soğan patates, turşu… vitrinlerinde, envai türlü giyim-kuşam ve ev malzemeleri gülümsemektedirler. Soğan ve patates çuvalları da açık hava pazarlarına yollanmışlardır. Oralarda kendi sahiplerinin önüne çömelip oturmuşlardır. 
Komünist sistemin yıkılıp gitmesi, hem Türk Cumhuriyetleri, hem de insanlık âlemi için elbette çok hayırlı oldu. Şimdi bizi en çok ilgilendiren husus, Kazakistan ve diğer Türk cumhuriyetleriyle siyasi, iktisadi ve kültür münasebetlerimizi çok geliştirmek olmalı. 
H. de Balzac diyor ki: “Millet, edebiyatı olan topluluktur!” Bu çok doğru bir tesbit. Çünkü edebiyatın temel malzemesi dildir. Dil olmazsa edebiyat olmaz. Edebiyat olmazsa millet olmaz. Bizim edebiyatımızın, tarihimizin, destanlarımızın, dinimizin, geleneklerimizin, kaynağı Türkistan’dır. Bu bakımdan bütün Türk Cumhuriyetleriyle çok yakın dostluklar kurmamızın sayılamayacak kadar faydaları var. 
Mesela bize denilmişti ki: Türkçemizde C/F/Ğ/J/L/M/N/P/R/Ş/V/Z harfleriyle kelime başlamaz. Doğrusu ben de bu iddiaya uzun zaman inanmıştım. Kaşgarlı Mahmut tarafından hazırlanan Divân-ul lügat-it Türk’te de bu 13 harfle kelime başlamadığını görmüştüm. 
Fakat Kazakistan’a ve Kırgızistan’a gittiğim zaman çok şaşırmıştım. Çünkü Kırgız Türkçesinde -C- Kazak Türkçesinde -J- ile başlayan pek çok kelime vardı. Mesela biz: Yılan diyoruz, Kırgızlar cılan, Kazaklar jilan diyorlar. Bizdeki yüz, yıl, yol kelimeleri Kırgız Türkçesinde cüz, cız, col Kazak Türkçesinde jüz, jıl, jol olmuştur. 
Oğuz boyu Türkçesiyle Kırgız-Kazak Türkçeleri arasında farklar vardır. Ya destanlarımız? Ya geleneklerimiz-göreneklerimiz? Ya tarihimiz? Ya Türkülerimiz? Oyunlarımız. Türkistan kapısını kapatarak kendimize gelemeyiz.

Yavuz Bülent Bakiler

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242