MakalelerMedeniyetimiz

Hakkımız Kalan Ülkeler

1

878’de cerayan eden Türk-Rus Muharebesi’nde
memleketin her bir köşesinden gelen gönüllüler arasında Silistre’ye de bir
gurup gönüllü gelmiştir.

Kumandan Paşa, bu gönüllülere hoş-âmedî ederken gözüne,
aralarında yedi sekiz yaşlarında bir çocuk ilişti ve merak ederek “bu çocuk kimin” diye sordu.

Gönüllüler arasında yaşlıca amca bir adam. Mûsâ
Paşa’ya: “ben kulunuzundur efendim…
sefer açıldığını duyunca bir türlü arkamdan ayrılmadı”
dedi.

Kumandan Mûsâ Paşa, çocuğa “oğulum, sen pek küçüksün, silâhı bile tutup kaldıramazsın” deyince
çocuk geri gönderileceğini zannederek, ağlamaya başladı ve “amca hiçbir işe yaramasam da su da mı taşıyamam?” diyerek
etrafındakilere gözyaşı döktürdü.

Osmanlı devletinde hangi müesseseyi kurcalayacak
olsak, temelinde birbiri ile sarmaş dolaş olmuş bir vatan ve îman aşkı
yattığını görürüz.

Yedi yaşındaki çocuğun küffâra kılıç sallamak üzere, babası ile yollara düşmek istemesinde “ya, gâzî ol, ya şehîd” terbiyesi ile büyümüş olmasının tesirini gördüğümüz gibi, kul hakkına riâyet etmekte, vatan müdafaasında, devletçilik anlayışında, âile yapısında, hulâsa cemiyet hayatının bütününde dâimâ karşımıza çıkacak olan adâlet duygusunun tanınmasında sârî ve cârî olan hep aynı îman fermanının asırlar içinde süregelmiş buyruğunun Türk’ün iliğine kemiğine işlemiş vatan ve îman aşkı her vesîle ile kendini göstermekten geri kalmamıştır.

Samiha Ayverdi

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242