Türk Dili

Dil Meselemiz

 

Dil meselesi, çok yönlü bir meseledir. Türkçe’nin iyi konuşulup yazılması, hususunun ne derece ehemmiyetli ve büyük olduğunu göstermektedir. İmlamızın istikrarlı bir hale gelmeyişi, okullarda, sahne, sinema, radyo ve televizyon konuşmalarında, siyasi beyanat ve bildirilerde kötü ve yanlış telâffuzun yaygın olması, cümle bozuklukları, son derece dar bir kelime hazinesi halinde günlük konuşmaların birkaç yüz kelime içinde cereyan etmesi, devrik cümlelere yer verilmesi, kelime ve deyimlerin yerli yerinde kullanılmaması, ne idüğü belirsiz yeni kelimelere moda icabı merak gösterilmesi gibi hususlar dil meselesini meydana getirmektedir.

 

Dilimiz hergün biraz daha bozulmakta, kötü kullanılmakta ve canlı Türkçe’nin yerine uydurma dil almaktadır. Dilimizin bu hale gelmesine sadeleştirme ve özleştirme cereyanının uydurmacılık hüviyetine bürünmesi sebep olmuştur. Bundan dolayı dil meselesini sadeleştirme uydurmacılık mihveri etrafında ele almak icab etmektedir. Böylece konumuzun  hareket noktasını bu husus teşkil etmiştir.

 

Kültürümüzün bugün en başta gelen davası dil meselesidir. Açıkça belirtmek gerekir ki, bugün bu alanda büyük buhran vardır. Bu buhran, atılan yanlış adımlar, istikrarsız durum, her önüne gelenin işe karışması, yetki ve bilginin arka plana atılması, sağduyu ile hareket edilmemesi, bu konuda bilgi, ehliyet ve çalışmasına güvenilecek bir ilim organının bulunmaması dolayısıyla ortaya çıkmıştır.

 

Dil meselesinin esas yönü, can alıcı noktası, dilimizi yabancı kelimelerin hakimiyetinden kurtarıp, özleştirmek ve çağdaş medeniyetin her sahadaki bütün kavramlarını anlatabilecek bir duruma getirmektir. Bu, dili bir yandan millileştirmek, bir yandan da büyük bir ilim ve kültür dili haline getirerek çağdaş seviyeye ulaştırmak demektir.

 

Bu esas noktalarda hemen hemen bir düşünce ayrılığı yoktur. Herkes çağdaş medeniyetin ilim, fen, teknik, edebiyat, felsefe, sanat alanlarındaki bütün kavramlarını anlatabilecek zengin, açık, sade bir dil istemektedir. İstekle birlikte olmakla beraber tatbikatta çeşitli görüşlerin ve çalışmaların yer alması, işi karıştırmakta, içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Dili sadeleştirmenin sınırının iyice ve kesin olarak çizilmemesi ve önüne gelenin rastgele yeni kelimeler uydurması meseleyi karmakarışık eden ve ayrılıklar doğuran başlıca sebeplerdir.

 

Sadeleştirme işinde, dile mal olmuş Türkçeleşmiş kelimelerin de atılması, hatta bilgisizlik yüzünden Türkçe kelimelerin de çıkarılması, yeni meydana getirilen kelimelerin ise çok defa gramer kurallarına aykırı olması, dil davasının hedefe varmasını güçleştirmektedir. Bu konuda en etkili olan akademik çevre, üniversite mensubu bilginler davaya inmekte fakat ilim yolundan yürünmediği için tatbikatı beğenmemekte, tenkid etmektedirler. Türk Dil Kurumu’nun ise son yıllardaki çalışmalarıyla, davanın ilim yönünden, çok propaganda yönüne önem verdiği görülüyor.

 

Bugün konuşma dili ile yazı dili arasında yeniden bir ayrılık doğmak üzeredir. Esas tehlike de budur. Yazı dili, milletin ortak dilidir, umumi dilidir. Halk dilinden, konuşulan dilden canlı dilden uzak ve ayrı olmaması gerekir. Bir sınıf ve zümrenin kendi arasında kullandığı dil ile ilim dili ise hususi dildir, terimlere dayanır. Ortak dil olan yazı dili ile bu hususi diller birbirine karıştırılmamalıdır.

 

Yazı dilinin, cümle kuruluşunda bazı farklar bulunmasına rağmen malzeme bakımından muhakkak konuşma diline, yaşayan dile dayanması şarttır. Bütün dünya dillerinde durum budur. Hususi dillerdeki terimler ise, zamanla ve ihtiyaca göre değiştirilebilir ve yenilenebilir.

 

Yazı ve konuşma dili arasındaki bu ilgiyi belirten lisaniyet ilmi (dilbilim-linguistique) ayrıca hiçbir dilin tamamıyle saf olmadığını da göstermektedir. Gerçekten de onbinlerce kelimelik Fransızca’da bir kısmı Lâtin, bir kısmı da Grek menşeilidir. Yüzbini aşan bir kelime hazinesine sahip İngilizce’nin ise yarıdan fazla kelimesi Fransızca’dan geçmiştir. Çok geniş ve saf olduğu sanılan Arapça’da İbrani, Süryani, Türkçe menşeili kelimelerin bulunduğu gerçektir. Başka dillerden kelime almak, bir dil için kusur değildir. Kötü olan başka dillerden geçme gramer şekilleridir.

 

Bir kelime ses, şekil ve mana değişikliğine uğrayarak bir dile yerleşmişse ve onunla birleşik şekiller ve deyimler yapılmışsa artık bu kelime o dilin malı sayılır. Bütün batı dillerinde böyle bir durum vardır. Kimse yabancı asıllıdır diye kelimeleri dilden atmayı düşünmez. Dilden atılması gereken yabancı asıllı kelimeler karşılığı yaşayan dilde, halk dilinde bulunan “nüans” taşımayan kelimelerdir. Dili sadeleştirmek ve millileştirmek, onu fakirleştirmek ifade imkânlarından mahrum bırakmak demek değildir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlgili Gönderiler

1 / 79