MakalelerTürkistan

1990’lardan Sonra Türk Dünyası

B

resim

ugün kabul edilmelidir ki Türk Dünyası’nı birinci derecede ilgilendiren ve 1990’larda meydana gelen olaylara Türkiye hazırlıksız yakalanmıştır. Hâlbuki bu ortamı doğru ve sağlıklı bir biçimde takip etme ve gerekli çalışmaları yapma mecburiyetinde olan ülkelerin başında Türkiye gelmeliydi. Bunun yapılabilmesi için her şeyden önce konuyu araştırabilecek kurumların meydana getirilmesi ve bu alanla ilgili çalışmaların, hükümet değişimlerinden, siyasi olaylardan ve istismarlardan etkilenmeden, uzun bir dönem çerçevesinde organize edilmesi gerekirdi.
Sovyetler Birliği’nin dağılması süreci Türkiye’de heyecanla karşılanmış ve o güne kadar “Esir Türkler” olarak değerlendirilen bölgelerdeki toplulukların temsilcileri ile karşılıklı temaslar yapılmaya başlanmıştır. Bazı devlet adamlarının XXI. asır “Türk Asrı” olacaktır şeklindeki ifadeleri ve başlangıçtaki sıkı temasları Türkiye’de bir canlılık meydana getirmiş, bundan tarih konusundaki çalışmalar da nasibini almıştır. 
Ancak, daha önce de belirttiğimiz üzere bu temaslar kolaylıkla yeni bir işbirliği ve çalışma düzeni tesis etmeye yetmemiştir. Bunun sebebi işbirliği için her iki tarafın da hazırlıklı bulunmaması ve bu konudaki hedeflerin de farklı olması ile ilgilidir. Yeni bir kimlik oluşturmaya çalışan Türk cumhuriyetlerinin bunu gerçekleştirmek için dayandıkları en önemli unsurlardan birisi tarih olmuştur. 
Bütün resmî ifadelere rağmen Türkiye’nin muhatap olarak kabul ettiği cumhuriyetler, bu işbirliğinin fiili bir konuma ulaşması için yeterli çabayı göstermemişlerdir. Bu istek yetersizliğinin sebepleri arasında bu ülkelerdeki yönetici kadroların SSCB döneminden kalmış olmaları ve Türk, Türklük ve Türk Dünyası gibi kavramlara yabancı olmalarıdır.
Tarihçiler de bu çerçevede o güne kadarki uygulamalarını değiştirmeye çalışmamışlardır. Bu unsurlara rağmen Türkiye ile yeni antlaşmalarda ortak tarih çalışmalarının yapılmasının uygunluğu özellikle vurgulanmış, fakat bu çalışmalar hayata geçirilememiştir.  1995’lerden başlayarak Türkiye kendi iç meseleleri ile daha çok uğraşmak zorunda kalınca, bu ülkelerle ilişkiler konusuna daha az eğilir duruma gelmiştir.
1990 sonrasında Türk cumhuriyetlerinde kimliğin en önemli unsuru olarak tarihe bakılırken, bu ülkelerde ayrı bir kimlik anlayışı ortaya çıkmış ve bu anlayış içerisinde Türk Dünyası gibi bir kavram belli tarihçiler tarafından kabul edilirken, diğer tarihçiler bu kavramın dışında ayrı topluluklara ait bir tarihi, milli bir tarih olarak değerlendirme yoluna gitmişlerdir. Mahalli kahramanlar ortaya çıkmış, övme ve yüceltme anlayışı da belirgin bir biçimde araştırmalarda kendisini göstermiştir. Türk cumhuriyetlerinin siyasi liderlerinin tarihten beklentileri de kendi iktidarlarının sağlamlığını temin edecek şekilde olmuştur. 
Türkiye bu toplulukları tanımlamakta başlangıçta çektiği güçlükleri belli bir süre sonra aşabilmiş, “Türkî” ve “Türk dili topluluklar” gibi tanımlamalar bir yana bırakılarak “Türk toplulukları” ve “Türk cumhuriyetleri” gibi isimlendirmeler terminolojiye egemen olmuştur. Bu çerçevede bu toplulukların tarihini Türk tarihin bütünüyle yakınlaştırmak ve eğer varsa münasebetleri vurgulamak da ön plana çıkmıştır. Toplulukların tarihi bazı kereler kökenle, bazı kereler kültür ile açıklanmaya çalışılmıştır. Yaklaşımlarda bu noktalarda bir metot birliği de bulunmamaktadır. 
Araştırmadaki Problemleri
Yapılan çeşitli çalışmalara rağmen bu sahadaki araştırmacı eksikliği kedisini açık bir surette hissettirmektedir. Bunun muhtelif sebepleri mevcuttur. Saha, lisansta itibaren kendine göre zorlukları bulunduğu için öğrencinin ilgisini çekmemektedir. Lisansüstü seviyedeki öğrenci kaynaklarına daha çabuk ulaşabileceği ve kendisine daha cazip görünen sahalarda çalışma konusunda ısrarlı bir tavır sergilemektedir. 
Öğretimde yakından uzağa ilkesi söz konusu olduğundan araştırmacı namzedinin daha çok Türkiye’nin tarihi ile ilgili konulara eğilim gösterdiği de açıkça görülmektedir. Üstelik birçok üniversitenin tarih programında Türk Dünyası ile ilgili dersler de bulunmamaktadır. Türk Dünyası ile ilgili konularda çalışmak Barthold’un vaktiyle Orta Asya tarihi konularında çalışmanın zorluklarından bahsederken verdiği örnekte olduğu gibi birçok kere çok dilli bir çalışma gerektirmektedir. Araştırmacı namzedi, uzun sürmesi ve yeterli destek bulamaması sebebiyle filolojik hazırlığa yanaşmamaktadır.
Araştırmalarda kullanılacak kaynak eserlerin birçoğu yabancı ülkelerin kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bunların elde edilmesi günümüz teknoloji ile imkân dâhilinde olsa dahi özellikle bazı kütüphanelerdeki yazma eserlere erişim mümkün olmamaktadır. Anke von Kügelgen, Şibaniler, Astrahaniler, Mangıtlar’ın politikaları üzerine eski Sovyetler Birliği kütüphanelerinde yaklaşık 70 yazma bulunduğunu, bu yazmaların Taşkent, Duşanbe, Saint Petersburg gibi merkezlerde bulunduğuu belirterek, bu yazmalardan 2008 yılı itibariyle ancak birkaç tanesinin basıldığını ifade etmektedir. 
Çalışmalar siyasal atmosferden de etkilenmektedir. Özbekistan kütüphanelerinde araştırma yapabilme konusundaki sıkıntılar hâlâ devam etmektedir. Bu ülkeyle yapılacak yeni antlaşma ve girişimlerin problemlerin aşılması yönünde önemli adımlar olacağı tabiîdir. 
Moskova’daki Rus arşiv belgelerinin ülkemize kazandırılması, çalışmaların hızlanması açısından önemlidir. Türkiye’de Türk Dünyası ile ilgili bir ihtisas kütüphanesine şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır. Araştırmalara kaynak ayrılması problemi de bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Daha çok projenin desteklenmesi suretiyle bu zorlukların aşılması mümkün hale gelecektir. 

Prof. Dr. Mehmet Alpargu

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 242