aygın yanlışlık olarak adına “gündem’’ denen “günlük’’ün şu günkü takviminde baskın maddeler Libya, Suriye, ‘’Berlin Sulh Konferansı’’, İstanbul Kanalı’dır. Ne var ki bunlar ve daha başkaları, kendilerinden ve bugünden ibaret değildir…
İstanbul’un su ve su kanalı meselesi ta 1535’lere kadar gider. Şu günkü anlamda ilk milletler arası Boğazlar antlaşmamız 1841 tarihlidir. Lozan’ın Boğazlara ait ek maddeleri 9., Montrö 10. mukaveledir. Kanal İstanbul, 11. çalışma ve metin olacaktır.
‘’Libya’’ dediğimizde Akdeniz’in Türk gölü olma şanlı vakitlerine; Turgut Reislere, Kapudan-ı Deryâ Hızır Hayreddin Paşa’ya yani 16. asra dek gitmek gerekir. Hızır Hayreddin Paşa’mıza ‘’Barbaros’’ unvanını dışımızdaki unsurların verdiğini hatırlatmak isteriz. Mekkeliler, Sevgili Peygamberimize -aleyhisselam- “emîn’’ demişlerdi. Bu güvenilir, inanılır, zarar gelmez…
İnsan, payesini verenler, onun eshabı veya ümmeti değildi, onun bir adım sonraki can düşmanlarıdır. Şu var ki bu husumet günlerinde de o unvan değerini aynen devam ettirmiştir. Süleyman-ı evvele, I. Süleyman’a, bizde kısaca ‘’Kanunî’’ yani hukuk adamı denen padişaha da ‘’muhteşem’’ sıfatını düşmanı Avrupalılar, haçlılar vermişlerdir. Bu hukuk adamı olma vasfından dolayıdır ki bu sultanımızın kabartma resmi, bugün Amerikan Kongresinin duvarında asılıdır. Demek oluyor ki Barbaros ve Kanuni, bir şekilde Peygamberimizin sünnetini de yaşamış olmuşlar.
Zaman, zemin ve şartlar, bizi zorlayınca bakınız aşağıda temas edeceğimiz gibi ne şaşırtıcı malumatlara ulaşmaktayız. Gönül isterdi ki bu doğrular, bir tutunma ihtiyacı vaktinde değil ferah vakitlerde konuşulsun. Libya’daki Köroğlu, nâm-ı diğer Kuloğlu Türklerinden söz ediyoruz. Şu ihtilaf olmasa orada bir milyon Türk’ün yaşadığı, bugün değil kim bilir ne zaman öğrenilecekti.
Yalnızca Libya’dakiler mi meçhulde kalmıştı?
Suriye’deki Bayır-Bucak Türkmenleri ve diğer Selçuklu bakiyesi Türkmenler de bilinmiyordu. Irak Türkmenleri de ilgi duyanların dışında bilinmez. Suriye’den gelen mültecilerin bir kısmının güzel Türkçe konuşuyor olmaları içimizde çok kimseyi şaşırtmıştı. Hâlbuki Yemen’de de bir Türk nüfus vardır. Ürdün, Filistin gibi yerlerde olduğu gibi Yemen’de de Mehmetçiğin bir kısmı oralardaki nöbetlerini terk etmemişlerdi. Kırım’da, Balkanlarda, Orta Doğu’da Türkler şimdi de mevcuttur.
Bunun hükmü şöyledir. Osmanlının atının izi olan her yerde soydaşımız, bakiyemiz ve eserimiz vardır.
Tekrar etmek isteriz. Bu hakikatler son dakika bilgileri olarak günlüğümüze girmemeli. Osmanlı coğrafyasında bugün kaç devlet varsa her biri için tam uzman en az 10 mütehassıs ilim adamı yetiştirmeliyiz. Onlar, altmış küsur devleti yani Sudan’ı, Suriye’yi, Arnavutluk’u, Birleşik Arap Emîrliklerini, Suudi Arabistan’ı, Rodos ve Girit adalarını, Yunanistan’ı… vs. vs. dili, inancı, edebiyatı, kavmi, sosyolojisi ile inceden inceye ve tam bir vukufiyetle bilmeli ve anlatmalıdır. Yetiştirilmesi şart olan bin uzmandan söz ediyoruz. Osmanlı Türkçesi, Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca, Rumca, Ermenice, Bulgarca, Rusça, İngilizce gibi dilleri çok iyi derecede bilecek “Bin Babayiğit’’. Her birinin iki veya üç dili bilmesi şart olmalı. Dün var olduğumuz bu yerlerde bugün neyimizin kaldığının envanterini çıkartmalı, tescilini yapmalı, CB Osmanlı Arşivleri Kurumu, devletin hazine odası kadar değerli olmalıdır.
Libya’da da bir nüfus varlığımız bulunduğu bugün öğrenildi. Ama Kıbrıs adasının tamamının bir Osmanlı vakfı oluğu; buna dair evrakın da Vakıflar Genel Müdürlüğünde bulunduğu hâlâ bilinmemekte.
Şu dediklerimiz, bir sömürge anlayışı değildir. Türk milleti, tarihin hiçbir vaktinde sömürgeci olmadı. Biz, daima veren el olduk ve öyle de devam edeceğiz.