Dil ve EdebiyatTürk Dili

Türkçe’ye Kurulan Tuzak

B

ugün Türkçenin oluk oluk kan kaybetmesine yol açan uygulamaların en başında, “Büyük ünlü, küçük ünlü uyumu” kuralı gelmektedir. Zira; ilk, orta öğretim ve üniversitedeki öğrencilerimize biz hâlen; “istiklâl, adâlet, hürriyet, şehâdet, minâre, nezâket, yadigâr, ziyâfet, ziyâret, gülnihâl, ilmihâl ve daha sıralayabileceğimiz binlerce ahenk âbidesi kelimenin, “ünlü uyumu”na uymadıkları için Türkçe olmadıklarını öğretmekteyiz.

Türk Dil Kurumu (TDK), sözlüklerinde, kelimeleri bu sözde “ünlü uyumu” kuralına göre tasnif etmekte, yazmaktadır.

Ecdâdımızın bin yıllık birikimi olan zengin Türkçe’yi, sinsi bir şekilde kısırlaştırmaya devam eden ideolojik “ünlü uyumu” uygulaması, bizi; tarihimize, millî kültür ve medeniyetimize hatta dilimize, her geçen gün yabancılaştırmaktadır.

 “Ünlü uyumu” kuralının nereden çıktığını araştırdığımızda, bu görüşün ilk olarak, Orhun Abideleri’ndeki Türkçe üzerinde çalışan Rus Türkolog Vasili Radlof (1894-95) ve uzun bir aradan sonra da Finlandiyalı dil bilimci Martti Rasanen (1932) tarafından ortaya atıldığını görüyoruz.

8. asırda dikilen Orhun Abideleri’ndeki kelime varlığı (tekrarlar çıktıktan sonra) yaklaşık 700’dür. Bu 700 kelime üzerinde yapılan incelemeler sonunda, bâzı kelimelerde “ünlü uyumu”na rastlanmış (ki her dilde vardır) ve bundan kural çıkartılmıştır. Böyle bir kuralın varlığı kesin değildir ancak olsa bile, Türkçenin ilk dönemine ait bir özelliğin, 1300 yıl sonra kesin kural olarak müfredata girmesi, önü alınması zor bir dil ve kültür kıyımına yol açmaktadır.
İşin, akıllara ziyan bir de siyasi yönü var!  Orhun Abideleri’ni deşifre eden Rus, Fin ve Danimarkalı (Thomsen) dil bilimcilerin, Türk dilinin karanlık bir dönemini aydınlatmak için yaptıkları ilmî çalışmalar, politik ve ideolojik maksatlara âlet edilmektedir.

Zira; Türkçe, bu “ünlü uyumu” özelliği varsayımıyla, Moğolca ile birlikte Ural-Altay dil ailesi içerisinde gösteriliyor. Türkçe ile büyük ölçüde benzerlik arz eden Farsça ise, Hint-Avrupa dil ailesi içerisinde yer alıyor.

Bu ikisi arasındaki (konumuzla ilgili) fark, şudur:

Hint-Avrupa dillerinde “ünlü uyumu” aranmıyor; “ünlü uyumu” özelliği sadece Ural-Altay dil grubuna has!

Avrupalı dilcilerin dil ailesi tasnifi siyasi; tek bir kriter yok. İstedikleri özelliği baz alıp keyfi gruplandırma yapıyorlar. Bu sebepledir ki, Ural-Altay dil ailesi bilim dünyasında henüz kesinlik kazanmamış bir gruplandırmadır. Bilhassa Türk diline yönelik gruplandırmalar tamamen siyasi, ideolojik ve bölücü maksatlıdır.

Zira, oyunun son perdesinde bu defa Kürtçe var. Türkçe; Moğolca‘ya yamanıp Asya‘nın bozkırlarına sürülürken, Farsça‘dan sonra Kürtçe de Avrupa dilleri arasında gösteriliyor.

Türkçenin ilk dönemlerinde bâzı kelimelerde görülen “ünlü uyumu”, Türkler İslâmiyete girdikten sonra, gâyet tabiî olarak bu medeniyetten çok sayıda kelime almaları neticesinde fonksiyonunu kaybetmiş, müzelik olmuştur.

Selçuklu ve Osmanlı Türkçesi’nde “ünlü uyumu” kuralı yoktur!

700 kelimelik ilk Türkçe’de varsayılan bir kuralı, aradan geçen 1300 yılda gelişimini tamamlayarak, 600 bin söz ve kavram varlığına ulaşan Türkiye Türkçesi’ne uygulayıp, cımbızla kelime seçerek, “ünlü uyumu”na uyan Türkçe’dir, diğerleri değildir demek, kelime tasfiyesini otomatiğe bağlamaktır!

Türkçenin istikbâlini karartan, “Ünlü uyumu” kuralı kadar tehlikeli bir uygulama da, “sertleştirme kuralları”dır. Kelime gövdelerindeki “b”lerin “p”ye; özel isimler dâhil, kelime sonundaki, “b,c,d,g” harflerinin “p,ç,t,k”ya dönüştürülmesi; “f,h,s,ç,ş,p,t,k” harfleri ile biten kelimelerden sonra gelen ve “b,c,d,g” yumuşak ünsüzleri ile başlayan eklerin sertleştirilerek, “p,ç,t,k”ya çevrilmesi, nâzik Türkçe’yi dünyanın en kaba dili hâline getirmek üzeredir.

Batılıların, Türkçe’yi bozarak, bizi, İslâm kültüründen koparma planının en etkili aracı olan “otomatik tasfiye kuralları” müfredattan çıkarılmalı, akademik araştırma alanına terk edilmelidir.

Sefa Koyuncu

Kaynak

İlgili Gönderiler

1 / 128